Aktif Öğrenme ve Oluşumu

Bu gün birçok ülke var olan eğitim sistemlerini sorguluyor. Bunun nedeni klasik eğitim sistemlerinin yararlarının olmadığının artık farkına varılmış olması ve toplumların kalıplaşmış beyinlerden çok; düşünen, yaratan, sorun çözen insanlara gereksinim duyuyor olması. Kısacası artık eğitim sistemi içinde öğrenci daha etkin bir konuma getirilmeye çalışılıyor. Yani sessizce oturup, yalnızca verileni almakla yetinmeyecek; görecek, duyacak, çözümleyecek, söyleyecek, yapacak, katılacak ve paylaşacak öğrenciler isteniyor, öğrenmeyi öğrenecek öğrenciler… Böylece bilgiyi yalnızca tekrarlamayıp, bilinenleri sorgulayacak ve kendi bilgisini kendisi üretecek öğrenciler…
Noah Kramer ?Tarih Sümer?de başlar? adlı kitabında Sümer okullarındaki eğitime değiniyor. Bu Sümer okulları ?mesleki? eğitim veriyor, yalnızca erkekleri yetiştiriyor ve yazman yetiştirmeyi hedefliyordu. Öğrenciler tabletlere çivi yazısı yazmayı öğreniyorlardı. Okulun öğretim elemanlarına “okulun babası” deniliyor, okul elemanları öğretmen yardımcılığı yapan “ağabey”ler, “resim görevlisi”, “Sümerce görevlisi” ve “kamçı görevlisi” gibi kişilerden oluşuyordu. Okulun eğitim sistemi, Sümer dilini yazmayı ve kullanmayı öğretiyor bunu yaparken benzerleri sınıflandırma, bunları öğrencilere ezberletme ve tekrar tekrar kopyalatmaya dayalı bir yöntem halindeydi. Eğitimin yaratıcı olan yönü ise, edebi eserleri incelemek, kopyalamak ve taklit etmekten oluşuyordu. Öğrenciler, bugünkünden pek farklı olmayan bir biçimde öğretmen tarafından cezalandırılma korkusu taşırdı. Sümerlerde öğrencinin okula ilişkin düşüncelerini içeren bir tablette şunlar yazılı:
“Tabletlerimi ezbere okudum, yemeğimi yedim, yeni tabletimi hazırladım, onu yazıyla doldurdum ve bitirdim; sonra bana ezberim, öğleden sonra da yazı alıştırmam gösterildi. Okuldan sonra eve gittim, içeri girdim, babamı otururken buldum. Babama yazı alıştırmamdan söz ettim, sonra ona tabletimi ezberden okudum babam çok hoşnut kaldı… Sabah erkenden kalktığımda anneme dönüp dedim ki: ?Bana yemeğimi ver, okula gitmem gerekiyor.? Annem bana iki ?küçük ekmek? verdi ve okula gittim. Okulda hizmet gözetmeni, ?Niçin geç kaldın?? dedi. Korkmuş bir halde ve kalbim çarparak öğretmenimin önüne gittim, önünde eğilip onu saygıyla selamladım.” (1)
Eğitim programlarının ne kadar yıldırıcı, fazla sıkı ve yaratıcılıktan uzak olduğunu görüyoruz. Ne yazık ki aynı zamanda görüyoruz ki, bu kadar süre içinde eğitimde kullanılan yöntemler açısından pek az gelişme olmuş. Öğrencilerin bireysel farklılıklarına, yaş dönemlerinin özelliklerine ve gereksinimlerine bakmadan onları bir kalıba sokma yaklaşımı biraz biçim değişikliği ile bugün de varlığını sürdürüyor; öğrenci hayâl gücünü ve yaratıcılığını ortaya koymaya çalıştığında yadırganıyor çünkü normların dışına çıkmış oluyor. Bu da iyi karşılanmıyor, çünkü öğrencinin verileni tekrarlaması ve istendiğinde geri sunması yeterli, yeni bir şey ortaya koymasına gerek yok.
Günümüzde çoğu ülkede ve Türkiye?de kullanılan öğretim yöntemleri öğrenciye bilgileri hazır kalıplar biçiminde verip, aynen alma şeklinde bir yol izliyor. Bu öğretim yöntemlerinin uygulanması sırasında, öğrenciler, hangi bilgiyi niçin almak zorunda olduğunun bile farkında olamadan anlatılan bilgileri hafızasına kaydetmeye çalışıyor. Bu pek kolay olmadığından, eve gidip tekrar ediyor, ertesi gün gene tekrar ediyor, neden aldığını hâlâ bilemediği bu bilgileri biraz olsun ezberlemiş duruma geliyor. Ya da bu ?tekrarlama? lara hiç girmeyip “sıradan” ya da “tembel” bir öğrenci olarak niteleniyor.
Ancak günümüzde Clement, Ross, Holyoak, Gentner, Foss ve DiSessa gibi çok sayıda bilim adamının yaptığı çalışmalar, öğrencinin ancak kendisi için anlamlı olan şeyleri kavrayabileceğini gösteriyor.
Aktif öğrenme düşüncesi aslında çok yeni değil. Yüzyılın başından beri çeşitli yazarlar tarafından zaman zaman dile getirilmiş. Örneğin, Montessori (Lillard 1972) öğrencilerin neyi öğrenmek istediklerine kendilerinin karar vermesini, Dewey bilginin öğrenci tarafından keşfedilmesini tavsiye ediyor. Bu düşüncelere oldukça değer verilmesine; aktif öğrenme kavramının gelişmesi, ona yeni anlamların yüklenmesi, bu düşüncelerin doğruluğuna ilişkin deneysel kanıtların toplanması ve prattiğe dökülmesi son on ? on beş yıl içinde olmuştur.
Aktif öğrenme düşüncesinin yayılmasındaki gecikmenin nedeni psikoloji ve eğitim bilim alanlarında yüzyılın başından beri davranışçılık akımının egemen olmasıdır. Bu akıma göre öğrenme, uyaran-tepki bağının oluşması ve bu bağın pekiştireçlerle güçlendirilmesi süreci olarak ele alınıyordu. Uzun yıllar insan öğrenmesi de bu yaklaşıma göre açıklanmıştır. Davranışçılar öğrenmenin gözlenemeyen kısmı ile ilgilenmiyordu. Öğrencinin anlayıp anlamadığı da pek dikkate alınmıyordu.
Ben Aktif Öğrenmenin ülkemizdeki geçmişine de Köy Enstitülerini örnek vermek istiyorum. Köy Enstitülerinde tam anlamıyla Aktif öğrenme, başarıyla uygulanmaktaydı. Öğrenciler kendi ilgi ve ihtiyaçları doğrultusunda, kendilerinin hazırladıkları müfredatlar doğrultusunda, kendi projelerini hayata geçiriyorlardı. Ülkemiz geçmişinde Köy Enstitülerinin ne denli önemli bir yere sahip olduğunu göz önünde bulundurursak, Aktif Öğrenmenin eğitim sistemini ne derecede başarılı kıldığını da açıkça görebiliriz. Son yıllarda gerek yurt içinde, gerek yurt dışında Köy Enstitülerindeki eğitim sistemi üzerinde yapılan araştırmalar da bunun en önemli kanıtıdır.
Kaynakça:
1. Johnson, Johnson ve Smith ,1991, s:1:7
2. Özer, Zuhal ?Etkin Öğrenme? makalesi, Bilim ve Teknik Dergisi,
Haziran 1997, sayı:355
3. Özkaya, Tayfun ? Aktif Öğrenme Notları? sunusu, Mayıs 2000