6 – 7 EYLÜL'Ü BİZ YAŞADIK… * Hasan Pulur

İNSAN elli yıl önce yaşadıklarını hatırlayabilir mi?
Demek hatırlayabiliyormuş, hele hatırlanan “6-7 Eylül Olayları” olunca…
Bize göre bu olay, Cumhuriyet tarihinin en “ayıp” olaylarından biridir. Devlet tarafından tezgâhlanmış, partizanlara ve “lumpen” denilen ayaktakımına uygulatılmış, başta Rumlar, İstanbul'daki azınlıklar hedef alınmış, bir akşam üzeri başlayıp ertesi sabaha kadar süren kışkırtma, yağma, cinayet, tecavüzle sonuçlanmıştır.
Bu en hafif tabirle ayıp değil de nedir?
Zaten devlet bu ayıbını, o günlerin Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü'nün ağzından itiraf etmiştir:
“Bir şeyler olacağını biliyorduk ama bu kadarını değil!”
* * *
OLAYI biz, masa başında değil, içinde izleyen genç bir gazeteci olarak yaşadık…
Peki, devletin, bir başka deyimle, hükümetin bu olayda çıkarı neydi?
O tarihte Londra'da Kıbrıs görüşmeleri yapılıyordu; İngiltere, Yunanistan ve Türkiye arasında…
Hükümetin “Türk halkının galeyan içinde olduğunu göstermek için” bir olaya ihtiyacı vardı. Atatürk'ün Selanik'teki evine konulan bomba, birkaç saat sonra İstanbul'da patladı. Akşam gazetelerinden “İstanbul Ekspres” şimşir harflerle olayı duyurdu. Zaten her şey planlanmıştı, gençler ve çapulcular Taksim'e doğru yürüyüşe geçtiler, biz de aralarındaydık. Kafilenin başında Kıbrıs mitinglerini düzenleyen “Topal” namıyla maruf bir hukuk öğrencisi vardı; cüssesine rağmen tilki gibi sekiyor, kafileyi bağırtıyordu:
“Kıbrıs Türk'tür, Türk kalacaktır/Yeşilada kızıl olmaz/Kahrolsun komünist papaz Makariyos!”
* * *
TAKSİM anıtının önünde İstiklal Marşı söylendi, sonra Sıraselviler'den, Yunan Konsolosluğu'na doğru yürüyüşe geçildi. Kalabalık giderek yeni katılımlarla çoğalıyordu, bunların öğrenci olmadığı belliydi. İlk saldırı Firuzağa'da bir Rum bakkala oldu, adamın vitrinini ve asılı duran Rumca gazeteleri parçaladılar.
Ama polis, güruhun Yunan Konsolosluğu'na gitmesine izin vermedi, yolları kesti.
Bunun üzerine İstiklal Caddesi'ne çıkıldı ve yağma başladı. Top top kumaşlar yerlere seriliyor, vitrinler kırılıyor, yağmalanıyor, evlerin üçüncü, dördüncü katlarına çıkılıyor ne varsa aşağı atılıyordu. İngiliz Konsolosluğu önünde, Aynalıçarşı'da üçüncü kattan atılan bir buzdolabının, nasıl yere düşüp patladığı hâlâ kulaklarımızda…
* * *
OLAY gece yarısına doğru tam bir yağma, çapulculuk ve servet düşmanlığı haline döndü. Rum'muş, Ermeni'ymiş, Yahudi'ymiş, hatta Müslüman'mış, Türk'müş çapulcular için fark etmiyordu; yakıp, yıkıyorlardı. Taksim'deki Ata Tridya Kilisesi'nin ateşe verilişini hatırlıyoruz. Görmedik ama, anlatılanlara göre, havagazı borusunu delmişler, gazı yakmışlar ve kiliseye saldırmışlar…
* * *
GECE yarısına doğru şimdi AKM'nin olduğu Taksim Karakolu'na gittik. Polisler süklüm püklüm olanları seyrediyorlardı; kapıdan Emniyet Müdür Yardımcısı Ahmet Paftalı göründü, hemen yanına koştuk, “Sıkıyönetim ilan edildi!” dedi. Birlikte yürüdük. Sıkıyönetimi duyurmak istiyordu ama nasıl?
İki elini ağzına götürdü, olanca gücüyle bağırdı:
“Örfi idare ilan edildi, dağılın!”
Ahmet Paftalı bize döndü. Yanımızda, sanıyoruz rahmetli Kemal Savcı ile Özer Öztep var, bizden kıdemli gazeteciler, hepimiz şaşkınız:
“Yani çocuklar, yani biz bu rezilliği yani, yüz yıl geçse silemeyiz!”
* * *
BİZ Beyoğlu'nda koştururken, bulduğumuz her telefonla “Vatan”a haber yetiştiriyoruz. Öğrendik ki Adalar dahil, bütün İstanbul çapulcuların elinde, yıkıyorlar, yakıyorlar, yağmalıyorlar, tecavüz ediyorlar… Hatta bir papazın sakalını bile kesmişler.
Yazı İşleri Müdürümüz İhsan Ada, “Gazeteye dön!” dedi, “Vilayete gideceksin!”
* * *
SIKIYÖNETİM ilan edilmiş. İlk iş gazeteler sansür edilecek, birinci sayfanın provasını verdiler, “Al, vilayetteki paşaya götür!” dediler. Ordu Kumandanı Orgeneral Vedat Faran'a çıktık, şöyle bir baktı, uzattı:
“Az bile yazmışsınız!”
İki gün sonra sıkıyönetim komutanlığına “Aknoz Paşa”yı atadılar.
Ünlü tebliğler başladı:
“Üç kişinin yan yana gelmesini yasakladım!”
“Kaldırımdan caddeye inip yürümeyi yasakladım!”
Ve tabii tek cümlelik gazete tebliğleri:
“Kapattım!”
* * *
EVET, “6-7 Eylül”ü biz yaşadık, daha yazacak çok şey var ama…
Her olayın bir dramı olduğu kadar, komedisi de vardır, onu da yarın anlatırız.

h.pulur@milliyet.com.tr