Kurtuluş Savaşından Cumhuriyete Işık Veren Eğitimcilerimiz * Doç Dr. Kemal Turan

Doç.Dr.Kemal TURAN
Marmara Üniversitesi, Teknik Eğitim Fakültesi,
Öğretim Üyesi, İstanbul

Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı sonunda, çoğu cephelerde zaferler kazandığı hâlde, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesine göre yenik sayılmış ve sonuçta ülke toprakları İtilâf Devletlerince (İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, ABD) yer yer işgal edilmiştir. Tarihte hür ve bağımsız yaşamış bir ulusun böyle bir esareti kabul etmesi mümkün değildi. İşte bu sebeple Türk ulusu, kadını erkeğiyle, M. Kemal Atatürk’ün önderliğinde Kurtuluş Savaşına girerek esaret zincirini kırıp sonuçta bağımsızlığını korumasını bilmiştir. Bu savaşta bazı öğretmenlerimiz, hem işgalci güçlere karşı örgütlenmede aktif olarak görev almışlar; hem de bizzat cephede gönüllü mücahitler olarak mücadele vermişlerdir.
1. Kurtuluş Savaşı Gönüllü Mücahitleri
15 Mayıs 1919’da Yunanlılar tarafından İzmir’in işgali üzerine protesto mitingleri yapılmaya başlandı. Öğretmenler bu mitinglerde ve kongrelerde işgalci güçlere karşı örgütlenmede etkili oldular. Nitekim, İzmir’in işgalinden sonra başta Üsküdar olmak üzere Kadıköy, Fatih, Sultanahmet ve Darülfünun mitingleri düzenlendi. Konuşmalar yapanların arasında Halide Edip, Selim Sırrı, İsmail Hakkı, Akil Muhtar, Mazhar Müfit vs. öğretmenler bulunuyordu. Özellikle 21 Mayıs 1919’da yapılan Darülfünun Mitingi, bir öğretmenler mitingi hâline gelmişti. Burada yapılan konuşmalarda haklı olarak, bu davada İzmir’in arkasında olduklarını ve bağımsızlık savaşı için göğüs göğüse çarpışmak istediklerini ifade etmişlerdi. Nitekim, Halide Edip Adıvar (1882-1962), bu amaçla Türk Ocağı tarafından düzenlenen mitinglerde konuşmalar yapmıştı. Ancak Sultanahmet Meydanında işgalci güçlere karşı yaptığı hararetli konuşmasıyla dikkat çekmişti. Kendisi 1919’da Dr. Adnan (Adıvar) Beyle (1917’de evlendiği) birlikte Anadolu’ya geçerek Kurtuluş Savaşına katılmış ve bu savaştaki başarısından dolayı da “Onbaşı” ve “Üstçavuş” rütbelerini almıştı. Ayrıca savaş devam ederken bir süre Ankara’da kalmış ve daha sonra da Eskişehir’e geçerek Kızılay hastanesinde çalışmıştı. (1)
Öğretmenler, gerek kongrelerde gerekse Türkiye Büyük Millet Meclisinde görev alarak “Başöğretmen” Atatürk’ün yanında Millî Kurtuluş davasına söz ve kalemleriyle katılmışlardır. Nitekim, Erzurum Kongresine (23.7.1919) 5, Sivas Kongresine (4.9.1919) 1 öğretmen iştirak etmiştir. Diğer yandan, 23 Nisan 1920’de açılan TBMM’ne seçilen 337 milletvekili arasında 30 kadar öğretmenin bulunduğu ve hatta o dönemde Ankaralı bazı öğretmenlerin mecliste zabıt kâtipliği yaptığı görülmektedir. (2)
Kurtuluş Savaşında, gönüllü olarak cepheye giderek düşmanla savaşan öğretmenler de olmuştur. Hatta bazıları, Maraş Lisesi matematik öğretmeni Hayrullah Efendi ve arkadaşları gibi işgalci Fransız güçlerine karşı giriştiği mücadelede şehit düşmüşlerdi. Onlar bir taraftan bu şekilde düşmanla göğüs göğüse mücadele ederken, diğer taraftan da halkı millî mücadele konusunda bilgilendirmekle ilgili Ankara Hükümetinin kendilerine verdiği görevleri yerine getirmeye çalışıyordu. Nitekim, yeterli İslâmî bilgiye sahip olan Mehmet Âkif (1873-1936), I. Dünya Savaşı içinde İtilaf Devletlerine karşı Ortadoğuda bir İslâm Birliği kurma siyasetini güden Almanya’nın daveti üzerine Harbiye Nezaretine bağlı “Teşkilâtı Mahsusa” tarafından Berlin’e gönderildi. Kurtuluş Savaşı sırasında ise Kuvay-ı Millîye’den yana davranış ve yazılarından ötürü daha önce görevli bulunduğu “Darül Hikmet İl İslâmiye” başkâtipliğinden alınan Mehmet Âkif, ardından Anadolu’ya geçerek Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisinde Burdur milletvekili olarak görev yaptı. (1920-1923)
Daha sonra Konya ayaklanmasını önlemek üzerehalkı örgütlemek için Konya’ya gönderilen Akif, oradan Kastamonu’ya geçerek Nasurullah Camiinde Sevr Anlaşmasının iç yüzünü, Kurtuluş Savaşının niteliğini anlatan coşkulu bir vaaz verdi. Hatta onun verdiği bu vaaz basılarak (1921) tüm illere ve cephelere dağıtıldı.
1921 yılı başlarında düzenli ordu kuruluncaya kadar öğretmenler arasında “Kuvay-ı Millîye” adındaki millî direniş için silâhlı örgüt ve mücadeleye katılanlar da olmuştur.
Nitekim, savaş sonrası terhis olan Cevat Dursunoğlu (1892-1970), memleketi olan Erzurum’da öğretmenlik yapmak için Maarif Vekâletine başvurmuş, fakat Erzurum’un, hudutların içinde kalıp kalamayacağı henüz belli olmadığından, orda Darülmualliminin (Erkek Öğretmen Okulu) açılmasına gerek bulunmadığına dair cevap almıştır. Ancak Dursunoğlu, daha sonra merkezi İstanbul’da bulunan Vilâyet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Millîye Cemiyeti tarafından Erzurum’a bir şube açmakla görevlendirilmişti. Bunun üzerine, Dursunoğlu Erzurum’a gelerek 10 Mart 1919’da Erzurum Müdafaa-i Hukuk şubesini açmıştı. Kurucuları arasında, emekli binbaşı Süleyman Bey, İsmailzade Tevfik Bey, Hüseyin Avni Bey, İbrahim Hakkızade Fehim Bey, Hacı Recep Bey, emekli binbaşı Ahmet Bey gibi kimseler vardı.
Süleyman Necati Beyin çıkardığı “Albayrak” gazetesi de cemiyetin resmi yayın organı olmuştu. Cemiyetin yönetim kurulu kâtipliğini de bizzat Cevat Dursunoğlu yapmıştı. Böylece Erzurum Müdafa-i Hukuk Şubesi hızla örgütlenmeye, çevre illerle, özellikle Trabzon’la ilişki kurarak Doğu Anadolu’nun Ermenistan’a verilmesini engellemek için büyük bir gayretle çalışmaya başladı. Diğer yandan cemiyetin Erzurum şubesi kurucuları arasında yer alan C. Dursunoğlu, kendi üyelik hakkını M. Kemal Paşaya vererek onun Erzurum Kongresine katılmasını sağlamış ve kendisi de Hasankale (Pasinler) delegesi olarak iştirak etmişti. (3)
Erzurum, son yüzyılda Türk-Rus savaşlarının en çetin geçtiği bir şehirdir. Dursunoğlu, o günkü Erzurum şehrinin durumunu ve çevresini şöyle anlatır: “Birinci Dünya Savaşı süresince, Ruslarla yapılan savaşlar dolayısıyla köylerin çoğu boştu. İçerilere göç etmiş bulunanların pek azı geri dönmüştü. Amansız kış yoksul halkı perişan etmişti. Dört yıl çetin kış savaşları yüzünden insan eti yemeğe alışmış kurt sürüleri tehlike yaratıyordu. Erzurum şehri bir enkaz yığını olmuştu. Savaştan önce 80 bini rahatça besleyen, çarşı ve pazarları kalabalıktan geçilmeyen bir sınır kentinden kocaman köy harabesi ortada kalmıştı. Savaş yıllarında on binlerce insan tifüsten ve çeşitli hastalıktan ölmüş, onca kişiyi de Ermeniler çekilirken öldürmüştü. Şehirde kılıç artığı olarak 3 ilâ 4 bin kişi kalmıştı. Bir o kadar da köylerden buraya göç etmişti. Ölümden kurtulanlar ve geri dönenler, yangınlardan ve patlayan cephaneliklerin depremlerinden arta kalan eski refahlı evlerin harabelerinden birer ikişer oda tamir ederek içine sığınmışlardı.”(4)
Bazı kere geceleri nöbet tutarak gündüzleri de bağlı oldukları okullarda ders veren öğretmenler, Türk halkının yanında omuz omza bağımsızlık mücadelesi verirken işgalci güçler de boş durmuyor, Türk eğitimini ortadan kaldırmak, Türk unsurunu eritmek için her türlü propaganda araçları ve güçlerinden yararlanarak, özellikle öğretmen ve okullara dönük sinsice yıldırma politikasını uygulamaya çalışıyorlardı. Nitekim, Adana yöresi işgâl kumandanı Bremond’un, öğretmen ve öğrencilere hitaben yaptığı konuşmada, Fransa’nın Türkiye’ye karşı duyduğu ilgiden söz etmesine rağmen, kısa süre sonra tüm okulları kapatması, onun gerçek niyetini ortaya koymuş oluyordu.
Diğer yandan, Yunan işgali altında bulunan okullardan bazıları 1921-1922 ders yılında kapatılmış ve öğretimine izin verilenlerin de ders programlarında birtakım değişiklikler yapılarak Yunanca zorunlu ders hâline getirilmiş ve tarih dersindeki “ Malumat-ı Vataniye” konusu müfredattan çıkarılmıştı. (5)
Her ne olursa olsun, kurtuluşu sağlama ve bağımsız yaşama bilincinin okullara girmesini kimse engelleyememiştir. Nitekim, bu dönemde eğitimde kurtuluş bilincinin nasıl yerleştiği yolunda 1922 baharında Anadolu’da incelemelerde bulunan Fransız gazeteci-yazar J. Schliklin’in Paris gazetesine gönderdiği mektubunda, “Kastamonu’da bir ilkokulu ziyaret eden yazarın, kendisine öğrenciler heyecanla yurt şiirlerini okumuşlardır. Ona göre, yurtseverlik duygusu okul üzerinde hüküm sürmektedir. Hürriyetine bu kadar bağlı bir millet mucizeler yaratacaktır.” diye anlatılması çok manidardır.
Bir başka Fransız gazeteci ve yazar Madame Gavlis ise, 1921 yılı sonuna doğru Akşehir’de ziyaret ettiği ilkokullarda çocukların, “Milliyetçiler (Kemalistler)” gibi giyindiklerini ve kendisine çoşku ile yurt sevgisi üzerine şiirler okuduklarını anlatır.
Öte yandan, öğretmenlerin yanı sıra cepheye gitmek isteyen öğrencilerin içinde hasta bakıcılık yapmak üzere müracaat eden kızların da bulunduğu görülmektedir. Şu hâlde, bunda millî hareketin liderleri olan Mustafa Kemal ve Kazım Karabekir’in okulları sık sık ziyaret etmelerinin büyük rolü olmuştur. (6)
15 Temmuz 1921’de Ankara’da toplanan Maarif Kongresinin Türk eğitim tarihinde önemli bir yeri vardır. Kongreye yurdun çeşitli yerlerinden gelen 250’den fazla kadın ve erkek öğretmen katılmıştır. Mustafa Kemal’in kongreyi cepheden gelerek açması ve hele başlamak üzere olan Sakarya Savaşı’nın arifesinde muallim ordusuyla da bu derece yakından ilgilenmesi hiç şüphesiz dünya eğitim tarihinde belki de örneğine çok ender rastlanabilecek önemli olaylardan biridir. Mustafa Kemal Paşa, kongrenin açılış konuşmasında, Türkiye’nin millî eğitimini kurmak istemektedir. Ona göre millî eğitim, eski devrin batıl inançlarından ve doğuştan sahip olunan özelliklerle hiçbir ilgisi olmayan yabancı fikirlerden, doğu ya da batıdan gelebilen tüm etkilerden uzak millî ve tarihî özelliğimizle uyumlu bir kültür olarak ifade edilmektedir.
Onun için, Mustafa Kemal, çocuklara, gençlere, “özellikle varlığıyla, hakkıyla, birliğiyle çatışan tüm unsurlarla mücadelenin ve millî fikirleri, her zıt fikre karşı fedakârca koruma gereğinin” telkin edilmesini istemektedir. Ona göre “Öğretmenler” gelecekteki kurtuluşumuzun saygıdeğer öncüleridir. (7)
O hâlde, Mustafa Kemal, bu kongrede yaptığı konuşmada, Türk toplumunun millî ve tarihî değerleriyle örtüşen bir millî eğitimin çerçevesini kesin hatlarla çizmektedir. Burada Atatürk, kişinin millî bir eğitim alarak millî varlığını korumasını bilen bir insan tipi yetiştirmesi gereğine işaret etmektedir. Böyle bir eğitimin şeklinmesinde ve genç kuşaklara uyumlu bir kültür aktarımının sağlanmasında öğretmenleri, önemli güç unsuru ve kurtuluşumuzun da öncü kuvvetleri olarak değerlendirmektedir.
Öğretmenler de, Atatürk’ten aldıkları güç ve heyecanla Kurtuluş Savaşı’nda millî davanın sıkı takipçileri olarak üzerlerine düşen görevi lâyıkiyle yapmaya çalışarak Ulu Önderin kendilerine ne kadar çok güvenmede haklı olduğunu göstermiştir. Sonuçta Türk ulusu Atatürk’ün liderliğinde tek yürek hâlinde girdiği bu savaştan zaferle çıkarak Cumhuriyete kavuşmuştur.
2. Cumhuriyet’in İlk Yıllarının Öncü Eğitimcileri
Cumhuriyetin ilânından sonra Türkiye hükümeti batı ile sanat, ticaret, sanayi, ekonomi, eğitim, teknoloji gibi alanlarda sıkı iş birliğine gitme ihtiyacı duydu. İlk önce eğitim alanında önemli bir girişimde bulunarak 3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarılarak öğretim birliği sağlandı. Daha sonra hem genel hem de meslekî teknik eğitimin ıslâhı için bir yandan yurt dışından J. Dewey, Kühn, Jung gibi eğitimciler getirtilirken diğer taraftan daha önce, 1910 yılında, C. Dursunoğlu, H. Fikret Kanad, A. Haydar Taner gibi Avrupa’da ihtisas görmüş eğitimcilerimizin, o yıllarda yeni eğitim politikamızın belirlenmesi konusunda, fikirlerinden yararlanılmaya çalışılmıştır. Nitekim bunlardan C. Dursunoğlu Berlin ve Jena Üniversitelerinde G. Simmel’den sosyoloji, Rein’den pedagoji dersleri almıştı. Bu eğitimcinin, daha sonraki yıllarda Türkiye Cumhuriyeti’nin etkili eğitim politikacılarından biri olduğu görülmüştür. (8)
H. Fikret Kanad’la birlikte Berlin ve Leipzig’de W. Wundt ve E. Spranger’den felsefe, eğitim psikolojisi ve tarih dersleri de alan Dursunoğlu, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra eğitimciliğe dönmüş, orta ve yükseköğretim genel müdürlükleriyle Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü görevlerinde bulunmuştu. Ayrıca Millî Eğitim Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı, Avrupa’da öğrenci müfettişliği yapan Dursunoğlu, uzun süre bilimsel düşünceleriyle Türk eğitimine hizmet vermiştir.
Ali Haydar Taner (1883-1956), Jena Üniversitesinde W. Rein’den pedagoji ve psikoloji okumuş, I. Dünya Savaşı esnasında ülkemizde eğitim reformu çalışmalarında bulunan Prof. Dr. F. Schmidt’in tercümanlığını yapmıştı. 1910’da devlet hesabına Almanya’ya gönderilen Taner, I. Dünya Savaşından sonra da Schmidt’in tavassutuyla üçüncü Türk pedagogu olarak tekrar bu ülkeye giderek bir öğretmen okulunda incelenmelerde bulunmuştu.
Cumhuriyet kurulduktan sonra da eğitim alanında etkin rol oynayan Taner, yurdun çeşitli yerlerindeki okullarda öğretmenlik ve idarecilik yapmış; yabancı ülkelerde talebe müfettişliği görevinde bulunmuştu. İstanbul Üniversitesi pedagoji profesörlüğüne getirilen Taner, Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye üyesi olarak da görev yapmıştır.
Hıfzırahman Raşit Öymen, İsmail Hakkı Tonguç, Fuad Gündüzalp gibi eğitimcilerin de Almanya’da eğitim görmüş kişiler olarak Cumhuriyet döneminde Türk eğitiminin gelişmesinde önemli katkıları olmuştur. (9)
Pedagoji öğrenimi için gönderildiği Almanya’da, I. Dünya Savaşı nedeniyle bir ders yılı okuyup yurda dönen Fuad Gündüzalp (1897-1986), Cumhuriyetin ilânından sonra çeşitli okullarda öğretmenlik ve idarecilik yapmıştır. Katıldığı IV. ve V. Millî Eğitim Şuralarında ilk, ortaokul ve ilköğretmen okullarında çağdaş “toplu öğretim” ilkesini savunanların başında yer alarak sosyal bilgiler ve fen bilgileri derslerinin toplulaştırılmasına önemli katkıda bulunmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarının öncü eğitimcileri arasında yer alan Gündüzalp, 1947’den başlayarak meslekî dergilerde eğitim ve öğretim konularında yazılar yazmıştır.
İsmail Hakkı Tonguç, (1897-1960), İstanbul Erkek Öğretmen Okulunu bitirdikten sonra Almanya’da Ettlingen Öğretmen Okuluna girmişti. I. Dünya Savaşı nedeniyle yarıda kalan öğrenimini savaştan sonra yeniden Almanya’ya giderek tamamlamıştır. Yurdun çeşitli yerlerinde özellikle öğretmen okullarında öğretmenlik yapmış, Millî Eğitim Bakanlığı Pedagoji Müzesi Müdürlüğü, İlköğretim Genel Müdürlüğü görevlerinde bulunmuştur. 1940’lı yıllarda köy enstitülerinin kurulmasına öncülük eden Tonguç, iş ve meslek eğitimi konusunda eserler vererek, uygulamalı eğitimci olarak Türk Eğitim tarihine geçmiştir.
1908-1910 yılları arasında İsveç’te beden eğitimi dalında uzmanlık öğrenimi gören Selim Sırrı Tarcan (1874-1956) yurda döndükten sonra Türkiye’deki okullara İsveç jimnastiğinin girmesinde ve yaygınlaştırılmasında etkin rol oynamıştı. Kişisel çabalarıyla Türkiye’de ilk defa 12.5.1916’da İdman bayramını düzenleyen Selim Sırrı, ülkemizde millî olimpiyat komitesinin kurucuları arasında yer alarak 1930’a kadar başkanlığını yürütmüştür. Millî Eğitim Bakanlığı baş müfettişliği görevindeyken emekli olduktan (1935) sonra uzun yıllar beden eğitiminin, özellikle ilkokullarda yaygınlaşması için fahri olarak çalışmıştır. Spor ve beden eğitimi konularında çok sayıda broşür ve kitap yayınlayarak Türkiye’de batılı manada spor ve jimnastiğin benimsenip yayılmasında öncülük yapmıştı.
Halil Fikret Kanad (1892-1974), 1910 yılında Manastır (Makedonya) İdadîsinden (Lise) mezun olduktan sonra felsefe öğrenimi görmek için Avrupa’ya gönderilmiştir. Berlin ve Leipzig Üniversitelerinde okuyan Kanad, 1917’de Leipzig Üniversitesinden doktora derecesiyle mezun oldu.
Yurdun çeşitli yerlerindeki okullarda öğretmenlik yapan Fikret Kanad, 1936-1939 yılları arasında Talim ve Terbiye Kurulu üyeliği görevinde de bulunmuştur. Başta Pedagoji Tarihi olmak üzere, coğrafyanın Tedris Usulü, Geothe, Milliyet İdeali ve Topyekün Millî Terbiye, Ailede Çocuk Terbiyesi, Terbiye Sosyolojisi gibi kitaplar yazmıştır.
Eğitimde “İş İlkesine” bağlı olan eğitimci, bunu derslerinde uygulamıştır. Ayrıca Kanad, 1944 yılında E. Burger’in “İş Pedagojisi” ve 1953’de de G. Kerschensteiner’in “Karakter Kavramı ve Terbiyesi” adlı değerli eserlerini Türkçeye kazandırmıştır.
Hıfzırahman Raşit Öymen (1899-1979), pedagoji öğrenimi için Almanya’ya gönderilen bir başka eğitimcidir. Öymen, yurda döndükten sonra öğretmen okullarında öğretmenlik yapmıştır. Ayrıca, Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümünde “Maarif Teşkilâtı”, Resim İş Bölümünde de “İş Pedagojisi” derslerini okutmuştur. “Mektepçiliğin Kâbesinde” adlı ilk eserinde Viyana’daki okulları anlatmaktadır. Bu arada G. Kerschen Steiner’den çeviriler de yapan Öymen, Türkiye’de iş eğitiminin savunucuları arasında yerini almıştır. Mesleğiyle ilgili pek çok eser veren Raşit Öymen, özellikle öğretmen yetiştiren okul ve kuruluşlarda uzun yıllar öğretmenlik yapmıştır. Kendisi, en ileri eğitimin ilke ve yöntemlerine sahip çıkarak Atatürk ilkelerini savunucusu olan bir eğitimcidir.
İbrahim Alâeddin Gövsa (1889-1949), 1910 yılında hukuk mektebini bitirerek 1912’de öğrenim için İsviçre’ye giderek, J.J. Rousseau Enstitüsünden mezun oldu. 1916’da yurda döndükten sonra müdürlüğünü de yaptığı İstanbul Öğretmen Okuluna psikoloji ve pedagoji öğretmeni olarak tayin edildi. 1926’da Talim ve Terbiye Kurulu Üyeliği de yapan Gövsa, daha sonra bakanlık müfettişliği görevinde de bulundu. 1926’da yazdığı “Çocuk Psikolojisi (Çocuk Ruhu) adlı kitabı 1952 yılına kadar öğretmen okullarında ders kitabı olarak okutuldu. Ayrıca, sözlük ve ansiklopedi türü birçok eseri vardır.
Hüviyet Bekir Bek (D.1902), 1917’de Almanya’ya giderek Breslau’da ilk ve ortaokul öğretmeni yetiştiren bir öğretmen okulundan 1923’te mezun oldu. Yurda döndükten sonra önce İstanbul Kız Öğretmen Okulunda ve daha sonra da Çapa Eğitim Enstitüsünde meslek dersleri öğretmenliği yapan eğitimci sık sık Avrupa ülkelerine geziler yaparak oralarda mesleki toplantılara katılmıştır. Telif ve tercüme eserleri vardır. 1944’de Ali Haydar Taner ile birlikte “Özel Öğretim Metodları” kitabını yazmıştır. (10)
Türkiye’de Meslekî ve Teknik öğretimin, gerçek kurucusu Rüştü Uzel (1891-1965) Fransa’da Klerman-Ferrand Üniversitesinde genel kimya, sınaî kimya, ziraî kimya öğrenimi görmüştür. 1913’de yurda döndükten sonra çeşitli okullarda öğretmenlik ve yöneticilik yapmıştır. Sırasıyla Yükseköğretim Müdürlüğü, Meslekî ve Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü ve Meslekî ve Teknik Öğretim Müsteşarlığı görevlerinde bulunmuştur.
Meslekî ve Teknik Öğretim okulları ve gezici kurslarının yurt düzeyinde kurulup yaygınlaştırılması, okul binalarının inşaası, atelye ve laboratuvarlarının modern cihazlarla-aletlerle donatılmasını sağlayan Uzel, fikirleri ve uygulamalarıyla batılı düşünce sistemi içinde bilinçli bir eğitim çağını başlatmıştır. Böylece o, teknik öğretimin gelişmesiyle ilgili düşüncelerini uygulayarak meslek okullarının gerçek birer eğitim kurumu haline getirilmesini ve teknik okullara döner sermaye sistemini getirmeyi başarmıştır.
Uzel, bir eğitimci (öğretmen) olarak ders verdiği okullarda öğrencilere iş eğitimini uygulamış, yaparak-yaşayarak öğrenmeyi bir zevk ve heyecan hâline getirmiştir. Onun kullandığı metodun daha sonraki yıllarda ve hatta bugün bile meslek okullarında uygulandığı görülmektedir. (11)
Cumhuriyet, Türk ulusunun uğrunda nice şehitler verdiği Kurtuluş Savaşı zaferiyle kurulmuştu. Onun için büyük Atatürk, sonsuza dek varlığını sürdürecek olan bu değerli hazineyi gençliğe emanet etmiştir.
Vatanını, milletini seven, atılımcı, millî değerlerine sahip çıkan, çalışkan, üretken, yarınlarımızı emanet edebileceğimiz bu gençlerin yetişmeleri, fedakar, yapıcı-yaratıcı, çağdaş, sürekli kendini yenileyen Atatürkçü öğretmenlere bağlıdır.
Nitekim, Atatürk; “Muallimler! Yeni nesli, Cumhuriyet’in fedakâr muallim ve mürebbileri, sizler yetiştireceksiniz, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakârlığınız derecesiyle oranlı bulunmaktadır” şeklindeki sözleriyle bunu vurgulamaktadır. Ayrıca Atatürk, eğitimcilerden yoksun kalan ulusların ayakta kalamayacağı gerçeğini şu özlü sözleriyle ifade etmektedir: “Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğitimciden yoksun bir millet, henüz millet adını almak istidadını kazanamamıştır, ona alelâde bir kütle denir, millet denemez. Bir kütle millet olabilmek için mutlaka eğitimcilere ve öğretmenlere muhtaçtır. Onlardır ki, bir toplumu hakiki millet haline koyarlar…..Cumhuriyet sizden yüksek hizmet bekliyor.” Mustafa Kemal Paşa, muharebe meydanlarında kazanılan zaferlerin ancak irfan ordusuyla kalıcı olduğunu ifade ederek bu konuda da şöyle diyor: “Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, muharebe meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuyla sağlanabilir. İrfan ordusunun değeri de siz öğretmenlerin değeri ile ölçülecektir.
Sonuç olarak, Cumhuriyetin ilânının 80.yılını yaşadığımız şu günlerde toplumun yüceltilmesi, çağdaş uluslar seviyesine yükseltilmesi, bilgili, tarihi ve kültürel değerlerine bağlı bir gençliğin topluma kazandırılması ve geri kalmışlık çemberinin kırılarak geleceğe güvenle bakan bir toplumun oluşturulması için değerli öğretmenlerimize ihtiyaç vardır. O itibarla devlet vatandaş bütünleşmesiyle öğretmenlerimizin saygınlığının artırılması, istihdam kolaylığının sağlanması, özlük haklarının korunması gibi sorunlarının çözümünde gereken desteğin verilmesi hâlinde onlarda güven duygusunun artarak engin vatan ve meslek sevgisinin daha diri tutulacağı kanaatindeyiz.
KAYNAKLAR
(1) Büyük Larousse, I, VII, VIII, İstanbul.
(2) Akyüz, Y. (1999), Türk Eğitim Tarihi, İstanbul.
(3) Dursunoğlu, C. (1946), Millî-Mücadele Döneminde Erzurum, Ankara.
(4) Aybars, E.: (1986), Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, I.Ege Ünv. Yay., İzmir.
(5) Su, K. (1981), Sevr Antlaşması ve Aydın Vilayeti, Ankara.
(6) Arabacı, C. (1991), Millî Mücadele Dönemi Konya Öğretmenleri, Konya.
(7) Atatürk, (1968), Nutuk II, İstanbul.
(8) Turan, K. (2000), Türk-Alman Eğitim İlişkilerinin Tarihi Gelişimi, İstanbul.
(9) Widmann, H. (1993), Pâdagogische Beitrâge zur Geschichte deutsch-türkischen Beziehungen im 20.Jahrhundert”, Deutsch-Türkische Gesellschaft, ev. Bonn, Dezember, Heft, 116.
(10) Binbaşıoğlu, C. (1995), Türkiye’de Eğitim Bilimleri Tarihi, İstanbul.
(11) Turan, K. (1992), Mesleki Teknik Eğitimin Gelişmesi ve M.Rüştü Uzel, İstanbul.