Yüreğimiz Soma için Çarpıyor… * Kemal Kocabaş

“Yüz karası değil, kömür karası / Böyle kazanılır ekmek parası” Orhan Veli
Türkiye Soma'da 15 Mayıs 2014 sabahı açıklamalarına göre 282 canını kaybetti… İşçilerini, maden mühendislerini kaybeden Türkiye yasta ve katliam gibi olan kazanın acısını yaşıyor. Tüm gözler Soma ve Soma'da özelleştirilerek yandaş işadamlarına verilen ocaklardaki gelişmelere çevrilmiş durumda. Ülkenin nabzı, yüreği adeta Soma'da atıyor.

Ülkenin çok farklı köşelerinde ise kaybedilen canlar için yürüyüşler yapılıyor. Kapitalizmin, ilkel kar hırsı, siyasal iktidar, sarı sendikalar ve yandaşlık sorgulanıyor. Ülkede yerin 400 metre derinliğinde ekmek için, aş için doğaya karşı savaşan emekçilerin sorunları tekrar mercek altına alınıyor.
İki gündür televizyonlarda, gazetelerde ve sosyal medyada Soma kazasını izleyip kazanın altındaki temel toplumsal dinamikleri anlamaya, irdelemeye çalışıyoruz. Kazanın en arka planında “çok daha fazla üretim, daha çok kar, daha az iş güvenliği ve sağlığı, güvenlik için daha az yatırım”, yani vahşi kapitalizm olduğu çok açık. Sıralamaya devam edersek;

özelleştirme, taşeron işçi çalıştırma, patrona bağlı sarı sendikacılık, sendikasızlaştırma, siyasal iktidar yandaşlığı yani “insansız-insan odaklı olmayan” bir üretim anlayışı… “Önce insan yerine önce kömür” diyen bir anlayış. Bu yazıyı yazarken Soma'daki dostlarımı aradım. Onlar şunları söylüyor: “Bu ocaklar kamudayken kazalar yok denecek kadar azdı. 2006 yılında özelleştirmeler sonunda kazalar arttı”. Sonuçta özelleştirme ve taşeronlaştırma daha çok kaza, daha çok işçi ölümü şeklinde karşımıza çıkıyordu…Yine bu sabah TV izlerken bir maden işçisinin eşinin

“Burada herkes, işsiz kalma endişesiyle gerçekleri söylemekten korkuyor” ifadesi ülkedeki genel anti-demokratik siyasal iklimi yansıtması anlamıyla çarpıcıydı. CHP Manisa milletvekili Özgür Özel'in 15 gün önce TBMM'nde Soma kömür ocaklarında son yıllarda oluşan kazalara dikkat çekerek “bir şeyler yapalım-araştıralım” anlamında verdiği araştırma önergesinin siyasal iktidar çoğunluğu tarafından reddedilmesi ülkede siyaset üretme, iktidar-muhalefet ilişkileri anlamında ne kadar geri olduğumuzu göstermiyor mu?

Sayın Başbakan da çok kalabalık bir koruma ekibiyle Soma'daydı. Yaşanan acıya Osmanlıca bir kelimeyle “Bu işin fıtratında kazalar var” diyerek açıklamalarda bulundu ve 100 yıl öncesinde Avrupa ülkelerinde olan maden kazalarındaki kayıplarla ilgili rakamlar açıkladı. Bu açıklama bir anlamda madencilikte biz 100 yıl gerideyiz anlamındaydı… Sayın Başbakanın açıklamalarında “empati” yoktu. Acıyı yaşayan insanları anladığını zannetmiyorum.

Öyle bir insani emare de yoktu… Hiçbir zaman ölüm kader değildir. Almanya ve İngiltere'de de yerin dibinden kömür çıkartılıyor. Son 50 yıldır oralarda kaza yok. Oralarda işin fıtratı çözülmüş… Sorun fıtratta değil. Sorun ülkeyi, kurumları akıl ve bilimin rehberliğinde demokratik hukuk devleti ilkeleriyle yönetebilmekte. Sorun empati yapabilmekte, uzmanlıkları öne çıkarabilmekte… Çözüm; Soma'da, ülkenin her bir köşesinde “Soma Acısı” nedeniyle meydanlara çıkan, tepki veren insanlarımıza yönelik şiddette değil…

Soma kazasını “yandaş iş adamı” penceresinden anlamaya çalıştığımızda karşımıza ilginç detaylar çıkıyor. Soma'dan naklen yapılan TV söyleşilerinden işletme sahibinin siyasal iktidar mitinglerine işçilerini taşıdığı, seçim süreçlerinde tüm ülkede dağıtılan “seçim kömürlerini” sağladığı ve sarı sendikanın yönetim kurulunu belirlediği ortaya çıkıyor. Tüm bu bilgilerden sonra “Ocağın Mart ayında tüm denetimleri yapıldı” şeklindeki açıklamalar uçup gidiyor. Bu denetimler nasıl yapılıyor? Bu denetimi yapanlar nesnel davranabiliyor mu? Bu denetimlerde işletme sahibinin siyasal iktidara yakınlığı bazı problemlerin görülmesini engelliyor mu? Bu sorular yanıt bekliyor…

Soma'daki can pazarının anlaşılmasında en ilginç nokta Soma'daki ve ülkenin her köşesindeki “sarı sendika”cılıktır. Sarı sendikalarda delegeyi, yönetim kurulunu tümüyle iş yeri sahibi belirler. Sendika işçinin değil işverenin sesi olur. Soma'da da olan buydu. Bu nedenle Soma Maden-İş Başkanı televizyona çıktığında hiçbir şey söyleyemedi. Söyleyecek sözü yoktu. Onu dinlerken irkildim. Canlar kaybedilmiş, sözü yoktu… Soma Maden-İş sendikasının yönetim kurulu acilen istifa etmeli ve işçilerden özür dilemelidir. Patrona dayanarak ilkesiz sendikacılık yapılır mı?

Sendikacılık üyelerin sınıfsal haklarını, özgürlüğünü yiğitçe savunmaktır. Teslim olmak demek değildir. Soma'da bir an önce işçilerin öz iradesine dayalı bir sendikacılık hayata geçmelidir. Soma kazası, gündemimize “nasıl bir sendikacılık?” tartışmasını da kattı. Üniversitelerin nasıl her tür erkten bağımsız, özerk olması değerliyse ve evrensel ise sendikaların da patrondan, siyasal iktidardan bağımsız olması o kadar önemli ve değerlidir.

Kaybettiğimiz tüm emekçi kardeşlerimizi saygıyla anarken siyasal iktidardan ölüm üreten özelleştirme ve taşeronlaştırma politikalarını ve parti devleti oluşturma çabalarını gözden geçirmelerini talep ediyoruz. Yazıyı dilek ve öneriyle tamamlayalım. Dileğim, bu kazanın tüm nedenleri kaybettiğimiz canların hatıraları adına nesnel ölçütlerle, bilimsel değerlendirmelerle mutlaka sorgulanmalı ve gereği yapılmalıdır. Önerim ise yer altı maden işletme işletmelerinin işçi sağlığı ve güvenliği anlamında kamu tarafından çalıştırılmasının yaşamsal bir zorunluluk olduğunu Soma kazası göstermiştir. Gereği mutlaka yapılmalıdır.

Ataol Behramoğlu'nun; “Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum/ Boynu bükük ay çiçeği/Şiirin ve aşkın geleceği/Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum/ Dağ rüzgarı, portakal balı/alçak gönüllü, hünerli, sevdalı/Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum…” dizeleriyle yaşama hakkının evrensele ulaştığı, emeğin en yüce değer olduğu demokratik bir Türkiye özlemiyle…