Ülkenin Ağır Gündeminden Notlar * Kemal Kocabaş

Türkiye, her geçen gün tıkanmaya doğru hızla yol alıyor. Ülkede “sağduyu, adalet ve vicdan” bir türlü öne çıkamıyor, empati yapılamıyor, sorunlar çözümsüzlüğe doğru gidiyor, ülkeye de yazık oluyor. 6 Ocak 2014 akşamı CNN-Türk'te Ahmet Hakan'ın Tarafsız Bölge programında Balyoz, Ergenekon davalarında hüküm giyenlerin ve yargılananların yakınları vardı. Ahmet Hakan'ın programını izlerken içim acıdı, daraldım. Özellikle Silivri'de yatan, trafik kazasında oğlunu kaybeden ve ağır hastalıklarla boğuşan Malatya İnönü Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu'nun avukat kardeşinin çığlığını tüm hücrelerimde hissettim. Ortak insanlık vicdanının bu çığlığı görmemesinden insan olarak acı duydum, utandım. Av. Hayati Hilmioğlu'nu dinlerken bu çığlığı görmeyen, güya dindar(!) paralel devlet yargıçlarının gayri insani duyarlılıklarını vicdanımda yargıladım, yazıklar olsun dedim…
Türkiye'de neler oluyor? 2002 yılında iktidar olan AKP, devletin eğitim, emniyet, yargı ve diğer kadrolarını Gülen hareketine bırakmış, ortaklaşmışlar… Hangi amaçla? Cumhuriyetin kuruluş felsefesini değiştirmek, din öğretilerini devlet yaşamının tüm basamaklarında egemen kılmak, laik-demokratik devleti dönüştürmek için. Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal'i toplumsal bellekten silmek için… Yol aldılar mı? Şüphesiz… Siyasal iktidara bağlı üniversite ve rektörler, ulusal bayram kutlamalarına gelen sınırlamalar, eğitimin dinselleştirilmesi, eğitim kadrolarını muhafazakar ilahiyat fakültesi, imam hatip lisesi çıkışlılardan oluşturmak gibi pek çok örnek gösterilebilir. Sahte CD ve belgelerle Balyoz, Ergenekon davalarıyla orduyu da kontrol altına aldılar. Siyasal iktidara muhalif tüm kesimleri bir torbada topladılar, zindanlarda tuttular. Ama yanıldılar… Yapılanların, yaşanılanların toplum vicdanında bir karşılığı, haklılığı olmalıydı. Bu karşılığı bulamadılar. Bu tartışmayı yaparken bir dönem ülkedeki karanlık suikastlardan sorumlu, demokrasi dışı, ordu içindeki Susurluk eskisi derin devlet kadrolarını aklamayı hiç de düşünmediğim çok açıktır…

Toplumsal vicdanda karşılık olmayınca da çözülmeler başladı. AKP-Cemaat ortaklığı zedelenince siyasal iktidar kanadı “Milli Orduya kumpas kurdular, yargı çöktü ” açıklamaları yapmaya başladılar. Bir tarafta anayasal, meşru bir siyasal iktidar, bir yanda ne olduğu belli olmayan, anayasal meşruluğu tartışmalı bir cemaat yapısı ve ortaklık. Cumhurbaşkanın tüm bu kaotik süreç içerisinde değişik dengelerle(!) ne olduğu belli olmayan, iktidar tarafından çete olarak adlandırılan, paralel devlet kurduğu iddiasına rağmen Pensilvanya'ya elçi-aracı göndermesi Cumhuriyet tarihimizde ibretle yer alacaktır. Tüm bu yaşananlardan çıkan sonuç, seçimle iktidar olmuş bir siyasal iktidarın öngörüsüzlüğüdür. 11 yıllık bu beraberlik nedeniyle hatalıdır, özeleştiri yapmalıdır ve toplumdan özür dilemelidir.

Siyasal iktidar neden özür dilemelidir? Zira 11 yıl boyunca toplum, “büyük gözaltı” yaşamış, toplumun yarısı paralel devlet denilen yapının da katkısıyla ötekileştirilmiştir. Telefon dinlemeleri, yargısız infazlar, haksız tutuklamalar-gözaltılarla toplum kuşatılmış, nefes alamamıştır. Üniversiteler tüm dinamizmini kaybetmiş, içine kapanmıştır. Garip, içi boş bir ileri demokrasi (!) söylemi kof çıkmış, siyasal iktidarın dayattığı toplum mühendisliği iflas etmiştir. Sonuçta, toplum Gezi Parkıyla ayağa kalkmış tüm hukuksuzluklara, baskılayan söylemlere, ülkeyi kuşatan tek sesli muhafazakarlığa “hayır” demeyi başarabilmiş, özgüven kazanmış ve daha demokratik, özgürlükçü bir Türkiye özlemini meydanlara, yüreklere-beyinlere taşımıştır.
Tüm bu süreçler öğretici olabilmiş midir? Şüpheliyim… Sayın Başbakan gazetecilerle Dolmabahçe'de bir toplantı yapıyor, süreci tartışıyor. Çağrılan gazetecilere bakıyoruz. Büyük çoğunluğu yandaş medya denilen mahalleden… Başbakan kendini aşamıyor. Farklı seslere, sorulara, katkılara, eleştiriye tahammülü yok. Bu arada yolsuzluk savlarıyla bakanlar değiştiriliyor, ülke çapında büyük sayıda üst düzey polis kadroları dağıtılıyor, milli eğitim müdürleri görevlerinden alınıyor, cemaatın egemen olduğu HSYK yasasının değiştirilmesine yönelik kanun teklifi TBMM'ne sunuluyor, HSYK bazı savcılar ve İstanbul Emniyet Müdürü için soruşturma kararı alıyor. Yaşanan tam bir kaos. Bir sabah internetten gazetelere baktığınızda İzmir'deki limanlardaki yolsuzluklara yönelik büyük gözaltılar haberini okurken öğleden sonra aynı gazetelere baktığınızda, göz altıları gerçekleştiren polislerin görevlerinden alındığı haberleriyle karşılaşıyorsunuz. Yargı ve emniyet mi haklı, yoksa soruşturmaya müdahale eden iktidar mı? Çivisi çıkmış bir hayatın fotoğrafı devlete egemen oluyor. Hukukun iflası, devlet denilen sistemin çöküntüsünü yaşarken iktidar çevreleri ayakkabı kutularında bulunan paraları, evde bulunan para sayma makinalarını, yani yolsuzlukları unutturmaya, kirlenmeyi örtme çabalarına giriyorlar. Sayın Başbakan önceleri Halk Bankası müdürüne sahip çıkarken şimdi hatalı olduğunu söylemeye başlıyor. Yurttaşlar ilgiyle gelişmeleri izliyor, sosyal medyada tepkilerini çok renkli, esprili şekilde ifade ediyorlar.

Peki ne yapılmalıdır? Siyasal iktidar ve muhalefet devlette iktidar tarafından çete olarak adlandırılan bu yapının tasfiyesi ile birlikte yolsuzlukların üzerine gitmelidir. İktidar bunu yapabilir mi? Bilmiyorum. Zaman gösterecek. Yapmazsa çoğunlukta olsa bile halkın vicdanında “iktidar olma” algısını kaybedecektir. Muhalefet ise tüm bu tartışmalar arasında kendisini yeniden var edebilir. Yolsuzluklardan, paralel devletten arınmış, hukuk devletinin egemen olduğu, demokratik bir Türkiye özlemini toplumla paylaşabilir. Seçim sürecinde Gezi Parkı ruhunun bu dinamik beklentilerini kartopu gibi büyütebilir, geliştirebilir. Bunu yapmaz tartışan iki taraftan birisiyle ilkesiz işbirliği görüntüsü sergilerse, bazı yerleşim bölgelerinde kapalı devre, tabandan bağımsız tepeden yerel yönetim adayı belirlerse yalnız kendisi değil ülke de kaybedecektir. O nedenle muhalefetin Türkiye okuması önümüzdeki süreçlerde önemli olmaktadır. Muhalefete İzmir'den bir örnek. Balçova'da Sayın Mehmet Ali Çalkaya %38 ile ilk seçimi almıştı. Uyguladığı sol ağırlıklı insan-sanat-kültür politikalarıyla oyunu daha sonraki seçimlerde %70'lere çıkarabilmiştir. Yani gerçek sol politikalarla başarılı olunabileceğini kanıtlamıştır. Sayın Çalkaya ve arkadaşlarının bu başarısı muhalefeti yöneten kadrolar tarafından ilgiyle irdelenmelidir, model alınmalıdır.

Son günlerin en iyi haberi önce Haberal, sonra Balbay ile birlikte BDP'li 5 milletvekilinin özgürlüğüne kavuşmasıdır. Dileğim yapılacak bir yasa değişikliği ile de MHP milletvekili Alan'ın da özgürlüğüne kavuşmasıdır. Yine dileğim yargıda siyasal iktidar tarafından çete olarak adlandırılan heyetlerin aldığı tüm kararların yok hükmünde sayılması, tüm tutukluların özgürlüğüne kavuşması ve ülkeye kumpas kuranların teşhir edilmesi ve yargılanmasıdır. Arınma, hatalardan dönerek başlanmalıdır. Yolsuzlukların olmadığı temiz bir toplum, hukukun, barışın egemen olduğu demokratik bir Türkiye dileği ile…