Tuğrul Keskin ve Zito Epanastasis * Bedriye Aksakal

13.11.2014 / 00:00

Şair düşlerinin köklerine isyanı yazar. Yüzünü dizeleriyle ovar. Şairin bir hedefi vardır. Doğrunun içinde yol almak. Yol alırken,yüreğine isyanlar dolar. Ve dizeler peşindedir, sözcükler ” ZİTO EPANASTASİS” dedir.

Tuğrul Keskin yine zoru başarmış. Yıllar önce yapılan bir zulmü, yüreğinde hisseder ve haksızlığa, dizeleriyle boğuşarak galip gelir. Keskin, geriye baktığında mutludur. Sessizce, uzun şafaklarda bir tarih gerçeğini gün yüzüne çıkardığı için.Bu gerçekte inanç ve destansı, eşsiz bir direniş öyküsü vardır:

“Küçük Asya'nın işgaline karşı çıkan komünistler, Yunanistan'da, Anadolu'yu işgal emrini veren hükümetin efendilerince zulüm altında tutuluyordu ve 117 komünist, sırf işgale karşı çıktıkları için kurşuna dizilmişti Atina'da.Bu acıklı hikaye bile halkların neden kardeş olması gerektiğinin en açık kanıtıydı. Zalime karşı bütün mazlumlar birleşirlerse ancak, söyleyecek büyük sözleri olabilirdi…
Ortak bir cümle bulmak, ne eşsiz bir söylemdi bu.
O, ortak cümlenin peşine düşmek, ne güzel eylemdi.

İşgal kuvvetlerinin askerleri olarak Anadolu'ya gönderilen Yunan Komünist Partisi'nin 200'ü aşkın üyesinin, “Küçük Asya'da o eşsiz ortak cümleyi bulduklarını gördüm birden;
Barış!
Zalimin her türlü çılgınlığına karşı çıkma cesareti ve inancı.
Çünkü cephenin komünist askerleri; Anadolu'nun işgali emperyal bir oyundur ve Britanya yeni sınırlar çiziyor, mazlumların kanıyla ve biz, mazlum Anadolu halkını öldüremeyiz, onlar kardeşimizdir diyorlardı Ve…”

1920'de “Zito Epanastasis” adı ile yayınlanmış olan manifestosuna ulaşan şair , orjinalinden dilimize çevirisiyle öyküyü sürdürmekte:

“Yeni yılın ilk günü, burada yukarıda (İzmir kastediliyor, t.k. sizler için de güneş doğacak. Ama bugünün gerçeğinin dehşeti burada durmayacaktır. Arkamızda ve aşağıda baba evimizde, kaç zamandır felaketin karanlığı ailemizi örtmektedir. Biz fakirler burada, yukarıdayız. Çünkü zenginler ve güçlülerin asker olmamak gibi, evlerinden uzak kalmamak gibi her zaman bir yolları vardır.

Bugünkü acılarımızı hafifletecek, geçmiş yılların tatlı anıları neredeler? Hiçbir yerde! Bu son kana bulanmış yılın cehenneminde uyandık ve toplumun kullanıldığı ve güdüldüğünün korkunç gerçeğini gördük. Bu gerçek ile karşılaşmamız için yurttaşlık yaşantımızı terk etmemiz gerekiyordu. Bu karşılaşma milleyetçi rüyalarınızı, vatanlarınızı, çarpık ideolojileriniz ortaya döktü, ancak bizlere de arkasında neyi gizlediğini, sermaye yönetiminin düzenini apaçık gösterdi.

Artık bize özgürlükten söz etmeyin. Çünkü köleliğimiz dayanılmaz şekilde hissetmekteyiz. Artık bize vatanlardan ve eski düzeni yeniden kurmaktan söz etmeyin. İdeolojileriniz, içimizde mahkum olduktan ve biz körler görmeye başladıktan sonra, kalplerimiz size karşı düşmanlıkla doldu. Ama hayır bu nefret; sizlerin ve sizin gibi olanların, işgal ile halklar arasında yarattığı mahvedici, kısır ve öç alıcı nefret değil, bu nefret Fransız, Alman ve Yunan Bulgar savaşlarının, insan katliamları doğuran nefreti değil; başkaldırının büyük, kutsal ve yaratıcı duygusudur. Bu, tarihi süreçte oluşmuş; halkları cesaretlendirip canlandıran ve köleliğin bağlarını paramparça eden duygudur…”

(Şair, bu manifestoyu Av. Saha İlman'ın, Girit'te yaşayan Emfimo Taki Lakekis ile Maria Marioli'den almıştır.)Şair manifestonun ardından ölenlerin anısına destanını dizeleriyle sürdürür:

Özgür dünyanın tutsakları, efendiler!
Söz etmeyin bizlere özgürlükten
Özgürlük Anadolu kapılarında
Bir kez daha yılmamaksa ölümden
Özgürüz demektir biz yoksullar artık
Bizleri köleleştiren prangalarınızdan
Kurtulmak kavlindeyiz Küçük Asya'da.
Özgür dünyanın zavallıları, efendiler!
Söz etmeyin bizlere altın vatandan
Eski ve yeni vatan çiftliğinizdir sizin
Bizler için vatan; yeni doğmuş çocuğun
Zeytin gözlerinden başka bir şey değildir
Körler ve köleler özgürleşecek bugün
Kıracaklar zincirlerini burada, Asya'da.
Tuğrul Keskin , şiirleriyle, acıyı akıtır, gidenleri asla unutmaz, beklemeyi sürdürür. Ve ; “SON MEKTUP” la “zalimin kalbine fırlatır o kara mızrağı.”
İlk ve sonsuz güzel kokulu çiçeğim
İlkbahar meltemi gibi hala yüüzmdeki okşayışın
Ve çocukken düştüğümde yüzündeki acın, ruhumda
Annem, alış yokluğuma ve ıztırabıma katlan.
İnsanlığa duyduğum büyük aşk, her zaman
Unutma daha güçlüdür bunca ıztıraptan
Annem, soylu günler gibi geleceğiz unutma hiç
Bir gece karanlık basınca yoksulların sofasını
ışıklı bir bahar göğü gibi dalacaklar odana
Her renkten çocuklar sonsuz sevinçler getirecekler
Kuzey'den akan binlerce yıldız dolduracak kalbini
İşte o zaman annem, unutacaksın içini yakan acımı
Ak saçlım ak gerdanlım mis kokulu güzel annem
İki yüz annenin öfkesindeki rengi sabırla taşıyacaksın
Gelecek güzel günlere, kızıl güller içinde akacaksın..
Ağlama şimdi, çıkar kederin kalbine saplı mızrağını
Fırlat göğsüne alçağın, bizleri yurdumuzdan koparan
Zalimin kalbine fırlat o kara mızrağı, ki dinsin acın…
Nihat Behram'ın deyişiyle: “KALBİYLE ISINAN SOKAĞIN ŞAİRİ TUĞRUL KESKİN.”
Eline yüreğine sağlık.
Yine zoru başarmışsın kitabınla.
1921 yılı Ocak ayının ilk günü, işgal kuvvetleri komutanlığında kurşuna dizilen askerler için yazdığın destansı şiirlerin inanıyorum ki Ege Denizi'nin iki yakası'nda BARIŞ yazacak.