Televizyonlardaki Türkçe

Televizyon, günümüzün en etkili iletişim araçlarından biri. Belki de gazete, dergi ve kitaptan da daha etkili. Bu araçla, kitleleri istediğiniz gibi yönlendirmemiz pek de güç değil. Kitleler, bilerek ya da bilmeyerek çok şey öğreniyorlar televizyondan. Bu yüzden, televizyonun eğitme yönü çok önemli.
Televizyondaki pek çok haber, reklam, haber sunumu ya da ünlünün konuşmasında Türkçe’nin özensiz kullanımını görüyoruz.
Gerçi evimizi döşerken bile, salona bir ‘lambader’ koyuyoruz, yanına ‘relax TV koltuğu’, karşısına bir ‘berjer’, yere bir ‘Ottoman’ desenli halı, ‘lunch açılan yemek masası’ ve ‘bistro sandalye’ler gerekli. Zaten temizliği çoğunun adı Türkçe olmayan ‘deterjan’larla yapıyoruz.
Televizyonlarda en çok yapılan yanlışlar;
Deyimleri yanlış ve eksik kullanma
Kelimeleri yanlış telaffuz etme
Cümle düzenini bozma
Konuşmada kaba, sözlere yer verme
Yabancı kelimelere özenmekten kaynaklanmakta
Radyo ve televizyonlarda kullanılan söz varlığının da son derece sınırlı olduğu ve 500–1000 kelime etrafında döndüğü tespit edilmiştir.
Ayrıca, Yabancı dizilerin konuşma metinleri Türkçeye çevrilirken yapılan isabetsiz çeviriler dildeki bozulmanın önemli sebeplerinden biridir.
Televizyonlardaki dil yanlışlarına bir bakalım:
Bir reklamda Ayşe Özgün diyetisyen hanıma "Çocuklarımız her gün süt yoğurt yeseler bile.." şeklinde başlayan bir soru yöneltiyor.Sütün yenildiği nerde görülmüştür.
TV gösterilen bir yabancı film çevirisinden:” Hiç kimse ne içeri ne de dışarı çıksın.” Bu tümcede yüklem eksikliği vardır. Doğrusu şöyle olmalıdır: Hiç kimse ne içeri girsin, ne de dışarı çıksın.
Sonra bir kuruyemiş reklamında biri soruyor: Bir fıstığın taze mi değil mi olduğunu nasıl anlarsınız? Alın size kafası gözü yarılmış bir cümle. "Bir fıstığın taze olup olmadığını nasıl anlarsınız?" denemez mi?
“Sen de benim gibi Rejoice yap.” Çeviri kokan bir cümle olduğu çok açık değil mi?. Türkçeye uygun söylenişi şöyle olmalıdır: Sen de benim gibi Rejoice’la yıka.
Bir muhabir gezdiği bir sergiyi anlatıyor ekranda:
“Bakın sevgili izleyiciler, gördüğünüz gibi müzelenecek değerde tablolar bunlar. Türkçemizde “müzelenecek” diye bir sözcük yoktur. “Hamaratlı ellerin yarattığı bu tablolar…. “ diyerek devam eder; ancak; neden hamaratlı? Bu güzel sergiyi gezenler, ressamın kürsüye koyduğu deftere bir şeyler yazmışlar ve memnuniyetleri yerine memnuniyetliklerini bildirmişler.
Haberlerden:” Başbakan Erdoğan, "Kıbrıs'ta müzakereler ilanihayi devam edemez" "Sonsuza kadar" anlamındaki bu sözcük, "ilanihayi" değil, "ilanihaye"dir.)
Bir diziden:”Açgözlü gözlerle kızın gözlerini aradı.”Düzeltilebilir mi sizce bu cümle?
Mehmet Barlas,” ölümlü birer insanlarsınız.” diye bir tümce kullandı. Türkçede nasıl “birer armutlar, birer adamlar…” denmiyorsa “birer insanlar” da denmez. Doğrusu şöyledir: “Ölümlü birer insansınız.”
Ajda Pekkan’dan: “Bu da beni onure etti.” “Onur” sözcüğü Fransızca kökenli. “Honneur” sözcüğünü, anlamını koruyup biçimini bozarak Türkçe’ye almışız. Anadolu’da konuşulan Rumca’dan aydınlar ağzıyla dilimize geçmiş. Sözcüğün “onurlandırmak, onurlanmak, onurlu, onursal, onursuz” gibi biçimleri var. Ancak “onure etmek” diye bir kullanım, Türkçeye hiç uygun değil. “Bu da beni onurlandırdı.” tümcesi Türkçeye daha uygun değil mi? (Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü, İ.Z.Eyuboğlu, s.240, “ONUR” maddesi)
Bu konudaki yanlışların saymakla bitmeyeceğini biliyorum. İletişim organları yabancı kelimelerin yaygınlaşmasında önemli bir etkendir. Temennim ise radyo-televizyon spiker ve sunucularının gerek doğru ve güzel konuşmaları gerekse yabancı kelimeler karşısında bilinçli olmaları için, bunların Türk dili ve edebiyatı eğitimi almış olmaları sağlanmalıdır.
Çeşitli yasal düzenlemeler yapılarak toplum hayatının yabancı kelimelerle değil, Türkçe kelimelerle yönlendirilmesi sağlanmalıdır.