Tekel İşçisi Bir Ahbabın Düşündürdükleri

On yıldır tanırım.
Hayata ve insanlara bakışıyla, duruşuyla, tavrıyla, edasıyla, moral değerleriyle tam bir Türkiye ortalaması insanı.
Hani bazı mizah yazılarında karikatürize edilmiş bir “bizim memleket insanı” vardır ya… Tepeden tırnağa öyle bir insan işte.
Netameli konularda apolitik kalmayı tercih eden, suya sabuna dokunmaktan haz etmeyen, ama tüm siyasi bilgisini de apartman altı kahvehanelerinden edinmiş bir hemşerimiz.
Beş vakit namaz kılmayan ama dindarlığı da elden bırakmayan, milliyetçi, muhafazakar bir Manisalı. 1980’li yıllarda Özalcı, 90’larda Demirel’e oy vermiş, 2002’den beri de AKP diyor başka bir şey demiyor. Hacı Recep Tayyip’in karizmasına hayran!
Bildim bileli Tekel’in Manisa yakınlarındaki bir işletmesinde çalışıyor.
***
Epeydir karşılaşmıyorduk. Geçen hafta denk geldi, ayak üstü on dakika sohbet ettik.
Vay vay vay…
Tamam… Tekel direnişinin gerek mağdur işçilerde, gerekse toplumunun çeşitli kesimlerinde yarattığı algı değişiminin elbette farkındaydım.
Tamam… Pek çok AKP’li de dahil olmak üzere toplumun önemlice bir bölümünün Tekel direnişi konusunda işçilerden yana tavır almaya başladığını gözlemleyebiliyordum.
Tamam… Tekel işçisinin kırk dört gündür süren direnişinin, son yıllarda işçi sınıfındaki en önemli direnişlerinden olduğunun farkındaydım.
Ama geçen hafta şu eski ahbapla yaptığım on dakikalık ayak üstü sohbet, tüm bu gözlemlerimin, farkındalıklarımın üstüne tuz biber ekti.
***
Meğer bizim Tekel işçisi dostumuz, Ankara’ya, eylemdeki arkadaşlarının yanına gitmiş. Üç gün kalmış orada. Anlatırken nasıl da heyecanlanıyordu. Direniş atmosferini solumuş. “Hayır” demenin önemini anlamış. Oradaki havayı, heyecanı, kararlığı görmüş ve etkilenmiş. En önemlisi de “sınıfının” farkına varmış.
Hacı Recep Tayyip’e yedi yıldır toz kondurmayan sevgili ahbabım, “AKP bizi kandırdı” diyor. “Meğer Tayyip bizim başbakanımız değilmiş” diyor. “British American Tobacco’nun, Philip Morris’in başbakanıymış” diyor. “Başörtüsü dediler, imam hatip dediler kanımıza girdiler, asıl gayelerini şimdi anladık” diyor.
Rüyamda görsem inanmazdım derler ya. Vallahi inanmazdım. O ahbabımın, eski tanışımın bu lafları edeceğini rüyamda görsem inanmazdım.
Kırk günlük kararlılık, kırk günlük inanç, kırk günlük inat ve direniş, demek ki bir toplumu bu kadar değiştirebiliyor. Demek ki toplumsal algıyı bu denli alt üst edebiliyor.
***
Önceki gün sol.org yazarlarından Fatih Yaşlı’nın da ifade ettiği gibi: “Şimdi binlerce Tekel işçisi, tüm Türkiye’ye nasıl yeniden insan ve yurttaş olunabileceğini öğretiyor. Şimdi binlerce işçi, memleketin ve memleketin zenginliklerinin gerçek sahibinin aslında kendisi olduğunu ve zaten kendilerine ait olan bir şeyi onlara başkasının veremeyeceğini öğreniyor.
Yurttaşlık bilgisi dersinin tam ortasındayız, nasıl yurttaş olunacağını ve yurttaşların yönettiği yeni bir cumhuriyetin nasıl kurulacağını birlikte öğreniyoruz, öğrenmeye devam ediyoruz.”
***
Manisalı Tekel işçisi ahbabım, orta yaşı geçmiş de olsa, ilk yurttaşlık bilgisi dersini, mesai arkadaşlarından, sınıfdaşlarından, işçilerden almıştı.
İlk dersi almış olmanın sevinciyle, sınıfının farkına varmışlığın verdiği güvenle gülümsüyordu.
İşçi doğmuş, işçi yaşamıştı.
Ama işçi olduğunun farkına ise henüz varıyordu.
***
Pek çok işçiye “işçi” olduğunu fark ettiren, “aslında güçlü” olduğunu hissettiren Tekel direnişine selam olsun.
Kırk beş gündür Türkiye işçi sınıfının “bilincini” diri tutan Tekel işçisine bin selam.
***
Son söz Ahmet Arif’in…
Ahmet Arif’in tütün işçilerine yazdığı “Yalnız Değiliz” adlı şiirle taçlandıralım bu yazıyı da…
YALNIZ DEĞİLİZ
Bir ufka vardık ki artık
Yalnız değiliz sevgilim.
Gerçi gece uzun,
Gece karanlık
Ama bütün korkulardan uzak.
Bir sevdadır böylesine yaşamak,
Tek başına
Ölüme bir soluk kala,
Tek başına
Zindanda yatarken bile,
Asla yalnız kalmamak.
Şafakları ben balığa çıkarım
Akan akmayan sularda
Benim, bütün tezgahlarda paydosa giden
Bir bahar akşamı dünyada.
Ben dört duvar arasında değilim
Pirinçte, pamukta ve tütündeyim,
Karacadağ, Çukurova ve Cibalide.
Zehirli kör yılanları
Ve sıtmasıyla
Gün yirmidört saat insan avında
Karacadağda çeltikler.
Bir kız çocuğunun gözyaşı gibi
– Ayak bileklerinde bir dizi boncuk,
Sol omzunda nazarlık,
Dağ başında unutulmuş üşümüş,
Minicik bir aşiret kızının –
Damla-damla, berrak olur pirinci.
Kamyonlarla, katır kervanlarıyla
Beyler sofrasına gider…
Çukurovam,
Kundağımız, kefen bezimiz
Kanı esmer, yüzü ak.
Sıcağında sabır taşları çatlar,
Çatlamaz ırgadın yüreği.
Dilerse buluttan ak,
Köpükten yumuşak verir pamuğu.
Külhan, kavgacıdır delikanlısı,
Ünlü mahpusanelerinde Anadolumun
En çok Çukurovalılar mahpustur,
Dostuna yarasını gösterir gibi,
Bir salkım söğüde su verir gibi,
Öyle içten
Öyle derin,
Türkü söylemek, küfretmek,
Çukurova yiğidine mahsustur…
Tütünü bilir misin?
"Kız saçı" demiş zeybekler,
Su içmez her damardan,
Yerini kolay beğenmez,
Üşür
Naz eder,
Darılır
İki parmak arasında kıyılmış,
Bir parçası var kalbimin
İncecik, ak kağıtlara sarılır,
Dar vakit yanar da verir kendini.
Dostun susan dudağına…
Sokaklardan,
Kıyılardan,
Gök mavisinden,
Ekmeğinden,
Canevinden ayrı düşmeye
Yani bütün hasretlerin kahrına
Ve zehrine çaresiz kalmaların,
İlk nefesi Hızır gibi yetişir
Cibalide sarılan cıgaranın…
Tütün isçileri yoksul,
Tütün işçileri yorgun,
Ama yiğit
Pırıl – pırıl namuslu.
Namı gitmiş deryaların ardına
Vatanımın bir umudu…
a