Sonbahara Girerken Türkiye * Kemal Kocabaş

Kavurucu yaz sıcakları yavaş yavaş sona eriyor. Akşamları bahçelerdeki, parklardaki ?Melisa? çiçeğinin enfes kokuları yayılmaya başladığı anda, Sonbahara doğru bir yolculuğun, mevsim dönüşümünün başladığını hissedebiliyorsunuz. Akşamları biraz daha serin ve gündüzleri mevsim ortalamasına yakın sıcaklık değerlerinde artık ?Merhaba Sonbahar? diyebiliyorsunuz. Bir süre sonra da pazarlardaki meyvelere, sebzelere; ağaçlardaki, çiçeklerdeki yaprak rengine yansıyan değişimleri izleyeceğiz. Koşuşturma sürecek, okullar açılacak ve yeni bir yaşam devinimi başlayacak. Çocukluğumun sonbaharında köyden yatılı öğretmen okuluna gitme günlerinin hüznü olurdu. Evden, aileden, ?goca evden? ayrılış hep sonbaharda olurdu. Dün sabah da kızımı, eğitimi için yurtdışına uğurlarken onun gözlerindeki hüzün, bizim boğazlarlarımızda düğümlenen bir sonbahar ayrılığının derin burukluğuydu ve yaşam akıyordu?

Türkiye sıcak yaz aylarında yoğun bir şekilde referandum tartışması yaşadı. Meydanlardaki referandum tartışmalarında liderlerin uslûbu yaşanan demokratik süreçlerle ve öne sürdükleri anayasa argümanlarıyla çelişiyordu. Son haftalarda Başbakan'ın bir konuşmasında dile getirdiği ?bi taraf olan bertaraf olur? sözü tek partili bir otoriter siyasal yapıya geçişin dile dökülüşü olarak algılandı ve değerlendirildi. Bu ifadeler Başbakan'ın düşünce yapısını, içselleştirdiği demokratik kültürü yansıtıyordu. Ne demek bertaraf olmak? Ekşi sözlük bertaraf etmeyi ?ortadan kaldırmak, yok etmek? olarak tanımlıyor. Tıpkı Hitler'in Almanya'da Çingeneleri, Yahudileri gaz odalarında bertaraf ettiği gibi? Evet oyu vermeyecek örgüt ve kişilere yönelik olarak ifade edilen bu ?tehdit? içerikli söylem otoriter, tek sesli bir toplum özleminin dışa vurumuydu. Böyle bir anlayıştan demokratik toplum projesi çıkabilir mi? Demokratik bir anayasa beklentisi olabilir mi? ?Bertaraf etmek? ifadesi bile bu anayasa değişikliğine?hayır? diyebilmek için çok önemli bir argümandır.

Son haftalarda bir kitap tartışmalara damgasını vurdu. Cemaatların ülkenin yargı organlarını, güvenlik örgütlerini nasıl ele geçirdiklerini anlatan Eskişehir Emniyet Müdürü Hanifi Avcı'nın kitabı tüm kesimlerde ?cemaat devleti mi? demokratik hukuk devleti mi?? tartışmasını öne çıkardı. Kitap konusunda Cumhuriyet savcılarının hareketsizliği, siyasal iktidarın kitabı görmezlikten gelme çabaları dikkat çekici notlardı. Demokratik hukuk devletinde yargı bağımsızdır. Bir kahraman savcı çıkıp emniyet müdürlüğü yapmış bir kişinin kitapta dile getirdiği iddiaları incelemeye alması gerekmez mi? Yargı bağımsızlığının olmadığı toplumlarda ?korku? egemen olunca bu tür kahraman savcılar maalesef çıkamıyor. Son günlerde gündeme Aydın Valisi örneğinde hükümetin valisi mi? devletin valisi mi? tartışmaları girdi. Artık tüm kamu kurumlarında siyasi iktidar ve ona bağlı kamu görevlileri kavramı çok açık bir şekilde öne çıkmaya başladı. Siyasal terminolojide ?Otoriterleşmek, Putinleşmek? olarak ifade edilen bu durum ?evet? oylarının önde çıkması halinde 12 Eylül sonrası daha da ağır bir şekilde karşımıza çıkacağı açıktır.

Son haftalarda ?kamu görevi? almak için bekleyen genç insanlarımız KPSS rezaleti ile sarsıldı. KPSS; (Kamu Personel Seçme Sınavı) ilk olarak 1999 yılında DMS adıyla yapılan ve her yıl ÖSYM tarafından düzenlenen kamu görevlerine ilk defa atanacaklar için yapılan sınavdır. Sınav 1999 ve 2000 yıllarında DMS, 2001 yılında KMS ve 2002 yılından itibaren de KPSS adıyla düzenlenmiştir. Türk Eğitim-Sen bu yıl yapılan KPSS sınavında soruların e-posta ile dağıtıldığını ifade ederek sınava hilenin karıştığı iddialarını öne sürdü. YÖK, ÖSYM ve MEB ilk günlerde bu iddialara karşı kayıtsız kaldılar. Basının, medyanın olayın üzerine gitmesiyle yapılması gereken öğretmen atamaları iptal edildi. Bu olayda da Cumhuriyet savcılarının anında olaya müdahil olmadıkları gerçeği dikkat çekiciydi. 1972 yılında ilk kez girdiğim üniversite sınavlarında da sorular çalınmıştı. Yaşadığımız sıkıntı olağanüstü tatsızdı. Sınava tekrar yoğunlaşmak, hazırlanmak çok zor olmuştu. Yaşanan bu olayların kurumlara karşı ?güvensizlik? ürettiği çok açıktır. Bir garip anafor, bir garip süreç toplumu ?sen ve ben?, ?bizimkiler, ötekiler? şeklinde bölüyor. Toplum polarize oluyor. Siyasal iktidarın kamu kurumlarında, YÖK'te yarattığı kadrolaşmalarla da bu ötekileşme süreçleri artıyor. Bu anlayışların toplumda rövanşif-karşıt duygular üreteceği, barış kültürüne katkı sağlamadığı da bir gerçektir. Sınavlardaki bu tür rezaletlerin örgütlü yapılar tarafından bilinçaltı bu anlayışlarla üretildiğini düşünüyorum.

Tüm bu tartışmalarla, bu gündemle 12 Eylül'de referanduma gidiyoruz. 26 Maddelik Anayasa değişikliği oylanacak. Ya hepsi kabul edilecek, ya da hepsi ret edilecek. Vatandaşın madde seçme hakkı yok. 12 Eylül'de üniversiteden atılmış, YÖK mağduru, darbe mağduru bir akademisyen, bir aydın olarak bu referandumda ne yapacağım? 26 maddelik Anayasa değişiklik önerilerini tek tek inceledim. Bu paketin içinde 12 Eylül'ün yaşamımıza soktuğu; ?Despotik YÖK Yasası ve kurumu, anti demokratik seçim barajı ve seçim yasası, anti demokratik siyasi partiler yasası, eğitim hakkı vb.? gibi başlıklara yönelik hiçbir değişikliğin olmadığı çok açık. Siyasal iktidarın geçenlerde kaybettiğimiz YÖK kurucusu, 12 Eylül'ün simgesel ismi Doğramacı'ya TBMM'de de ödül verdiği gerçeği de orada duruyor. Anlıyoruz ki 12 Eylül söylemi inandırıcı olmayan sadece bir ?sos?. Burada istenen temel amaç Anayasa Mahkemesini ve Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu'nu (HSYK) ele geçirmeye, siyasal iktidara tabii olmasını sağlayacak olan 2 maddeyi geçirmek. Bu iki kurumu da bugünkü YÖK'e, RTÜK'e ve TRT'ye benzetmek. Bu çok açık.

Ben 13 Eylül sabahı demokratik bir Türkiye, tek parti vesayetine, otoriterleşmeye ?Hayır? diyen bir Türkiye özlemiyle uyanmak istiyorum. Çok sesli, barışık, sorunlarını uygarca tartışan, çözüm üreten, hukukun egemen olduğu, düşüncelerinden dolayı kimsenin ?bertaraf olmadığı? bir Türkiye sabahı yaşamak istiyorum. Bu duygularla iyi bayramlar?