Okullar Açıldı * Kemal Kocabaş

Öğretmenlerin kaçırıldığı, “yaşama hakkının” terör ile gasp edildiği kasvetli bir Türkiye ortamında; 19 Eylül 2011 tarihinde okullar ve üniversitelerin pek çoğu 2011-2012 öğretim dönemine merhaba dediler. Okula merhaba demek, aydınlığa, akla ve bilime merhaba demektir. Günaydınlı günler demektir. Okul kavramı hep ilericidir. Okul; eğitim yoluyla hayatların değişmesi, umutların üretilmesinin adresidir. Okul yolu, birey olmaya, yurttaş olmaya yürümenin adıdır. İnsanın kendisini tekrar keşfedeceği ve yeniden yaratacağı bir aydınlık sürecin adıdır okul yolu. Yeni bir öğretim dönemine başlarken Türkiye?de okul ve eğitim sistemi bu umutları üretiyor mu? Öğrencilerde değişim ve dönüşümü sağlayan nitelikli bir eğitim verebiliyor mu? Ülkenin tüm çocukları ?eğitim hakkından? yararlanabiliyor mu? Ülke nitelikli öğretmenler yetiştirebiliyor mu? Ülkeyi yönetme iddiasında bulunan siyaset dünyasının nitelikli ve eşitlikçi bir eğitim için vizyonu var mı? Okulların açıldığı haftalarda bu soruların yanıtları mutlaka tartışılmalıdır. Türkiye?de en az tartışılan konu ülkenin geleceği olan ?nasıl bir eğitim?? ve ?nasıl bir okul?? sorularıdır. Eğitim ile ilgili tüm paydaşlar bu soruların yanıtlarını ve çözüm önerilerini geliştirerek toplumla paylaşmanın yollarını üretmelidir. Bu yazı; konuyla ilgili Türkiye fotoğraflarını paylaşmayı amaçlamaktadır.
Okullarımız, üniversitelerimiz açılırken eğitim sistemimiz sorunsuz değildir. Sayısal anlamda bazı olumlu gelişmelere rağmen nitelik anlamında, eğitimin laik ve bilimsel doğasında çarpıcı gerilemeler yaşanmaktadır. Son dokuz yıllık süreçte dört farklı bakan birbirlerinden farklı politikalar üretmiş; bazıları yeni sınavlar koymuş bir diğer bakan da bu sınavları kaldırmış, sistem bir yazboz tahtasına dönmüştür. Koltuğa en son oturan yeni bakan çok kısa bir süre içinde Milli Eğitim temel amaçlarındaki ?Atatürk ilke ve devrimleri? cümlesi ile ?Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen yurttaşlar olarak yetiştirilmek üzere? cümlesini çıkarmış, Kur?an Kurslarına öğrencilerin katılım yaşını kaldırmış, laik ve bilimsel eğitime son darbeyi vuracak, ülkenin belleğini eğitim yoluyla yok etmeyi hedefleyen çalışmalara imza atmıştır. Ülkenin belleğini, Ulusal Kurtuluş Savaşını ve Mustafa Kemal emeğini silerek yeni insan, yeni toplum yaratılabilir mi? Küreselleşme olgusunun koşulsuz dayatmalarına uyum sağlama adına bir ülkeyi var eden değerlerin yok sayılması istenmesi doğru ve akılcı bir yaklaşım değildir. Temel yanılgı bu noktadadır. Yapısal sorunları her geçen gün artan eğitim sistemi; sınava ve dershanelere bağımlı hale gelmiş ve son dokuz yılda dershane sayısı ikiye katlanarak 4 bini geçmiştir. Dershaneye giden öğrenci sayısı ise 600 binlerden 1 milyon 250 bine çıkmıştır. Siyasal iktidarın eğitimdeki tercihleri, politikaları öğrencilerin dershaneye bağımlılığını azaltmak yerine arttırdığı somut bir gerçek olarak karşımızdadır. 21. yüzyılda Türkiye?de okullaşma oranı hala istenilen düzeyde değildir, çoğu ülkenin gerisindedir. Okulöncesinde okullaşma oranı ortalama %37, ilköğretimde %98, ortaöğretimde %69 seviyesindedir. Diğer yandan MEB 2010?2011 istatistiklerine göre ülkemizde okula gitmeyenlerin önemli bir bölümünü kız çocukları oluşturmaktadır. Kız çocukları arasında okullaşma oranını artırmak için çeşitli önlemler almanın yanı sıra eğitim süreci içinde cinsiyet ayrımcılığı içeren tavır ve davranışlardan kaçınmak, sistemi bu şekilde yeniden kurgulamak gerekmektedir. Okullarımızda görev yapan öğretmenlerin %50?ye yakın bir bölümünün kadın öğretmenlerden oluştuğu gözlenirken yönetici istihdamında bu oranının %8?de kalması kadına bakışla ilgili bir olumsuzluğun göstergesidir. MEB?in verilerine göre atanmayı bekleyen binlerce öğretmen adayı varken okullarda hala öğretmen açığı vardır. Milli Eğitim Bakanlığı; atama bekleyen öğretmen adaylarına kadro vermeli, özellikle öğretmen açığı bulunan kırsaldaki okulları öğretmene kavuşturmalıdır. Öğretmenlik meslek onurunu zedeleyen sözleşmeli ve ücretli öğretmenlik uygulamalarından vazgeçilmelidir. 50 bin öğretmenin dershanelerde çalıştığı düşünüldüğünde, bu kurumlardaki öğretmenlerin de çalışma koşullarının ele alınması bir zorunluluktur. Özel sektörde çalışan öğretmenlerin işveren tarafından sömürülmesinin önüne geçilmesi günümüzün önemli sorunlarındandır. Özellikle de dershanelerin ?stajyer öğretmen? çalıştırma koşullarına sınırlandırma getirilmelidir.
MEB, kadrolaşma iddiaları ile sürekli olarak kamuoyunun gündemindedir. Yönetici seçiminde yeterlilikten ziyade siyasal tercihler temel referans kaynağı olmuştur. Siyasal iktidar MEB gibi çok büyük bir camiayı kucaklamak yerine kendi siyasal duruşuna yakın isimler üzerinden bu camiayı kontrol altına almayı çabalamaktadır. Bu yaklaşım günümüzün uzmanlığa dayanan, evrensel, insani değerleriyle örtüşmemektedir. Geçmiş yılların en saygın, güvenilir kurumu olan ÖSYM son yıllarda tüm saygınlığını yitirmiş ve sınavların güvenilirliğine ilişkin öğrencilerde, velilerde ciddi kaygılar oluşmuştur. Kültür Üniversitesinde bir grup araştırmacının yaptığı ?2001-Türkiye Gençliği Araştırması? ülkedeki genel kültürel havayı yansıtması anlamında çarpıcı sonuçlar vermektedir. Bu araştırma; ?Hayata hazırlanırken en çok şeyi nereden öğrendiniz?? sorusuna ancak % 6.9?u ?Öğretmenler? yanıtı veren , ?Bu haliyle üniversite eğitimi en çok ne sağlıyor?? sorusuna ise ?İşe girebilmek için diploma? şeklinde yanıtlayan, % 70?i Türkiye?nin Ortadoğu ve Müslüman ülkeleri ile daha yakın işbirliği içinde olması gerektiğini düşünen, televizyon başında günde ortalama 4 saatini dizilerde geçiren, hayata yönelik değer algılarını diziler üzerinden kuran bir kuşağın yetiştiğine ilişkin araştırma bulguları çarpıcıdır. Son aylarda bilimsel kurumların özerkliklerini yitirmelerine de tanık olduk. Türkiye Bilimler Akademisi?nin (TÜBA) bir kanun hükmündeki kararname ile işleyiş biçimi değiştirildi. Özerkliğini yitirdi ve siyasal iktidara bağlı hale getirildi. Uluslararası bir bilim insanımızın adını taşıyan TUBİTAK-Feza Gürsey Araştırma Enstitüsü kapatılarak Gebze?ye taşındı. Üniversiteler açılırken öğrenci yurtlarında yeterli kamusal yatırım yapılamadığı için öğrencilerin çoğunun tarikat ve cemaatlara bağlı özel yurtlara mahkum edildiğine tanık olduk. Ülkede yaşanan süreçlere itiraz etmeyen, tepki vermeyen üniversiteler ve gittikçe sığlaşan eğitim, kültür dünyasıyla ülkenin geleceğinin tıkandığı gerçeğinin tanıklığını yaşamaktayız.
Cumhuriyetin içselleştirdiği aklı ve bilimi ve de insanlık hakkı gerçeğiyle şekillenen eğitim paradigması uygulanan piyasacı ekonomik politikalarla ve dinselleştirme amaçlı kadrolaşmayla her yıl niteliğini kaybetmektedir. Sonuçta ülke 88 yıllık Cumhuriyetin tüm değerlerini yitirmektedir. Ayrıca, Türkiye tüm farklılıklarını, özerk yapılarını kaybetmektedir. Tekleştirilen, her şeyin siyasal erke bağlandığı yönetim anlayışından demokrasinin çıkmayacağı çok açıktır… Türkiye bunu hak etmemektedir. .