Mutsuz İnsanların Ülkesi

İnsanların fazlaca mutsuz ve asık suratlı olduğu konusunda hemfikir olduğumuzu düşünüyo-rum. Biraraya gelindiğinde yapılan sohbetlerde, ayaküstü konuşmalarda, hatta bilirsiniz keyifli içki masalarında bile genelde konumuz vatanı veya bir şeyleri kurtarmak oluyor. Peki bu ülkeyi yönetmekle sorumlu politikacılar ne iş yapacak o zaman? Politikayla elbette ilgilenelim ama sabah akşam politika konuşan insanlar ne kadar sağlıklı olabilir! Neyse sadece bununla kalsa iyidir.Gazetelerin üçüncü sayfa haberleri ile güne zaten yamulmuş bir vaziyette başlıyoruz. Bu haberler dünyanın her yerinde var ama şiddet haberlerde bu kadar ön plana çıkarılmalı mı? Bunlar tartışılmalı! Herkesin bir şey yapmadan önce “acaba ne derler” kuşkusuna yer vermediği kaç insan var bu ülkede? Neden kimse kendi hayatına bakmaz, planlamaz, neden bir başkasını nasıl mutsuz edeceğinin gayretine girer insan.Böylece başkalarına da kendisini kontrol etme yetkisi vermiş olmaz mı? Eee yani ben seni kontrol ediyorsam, elbette ki sen de beni kontrol edeceksin! Ben yapıyorsam, başkalarının kontrolüne de karşı çıkamam…
Nasıl yanlış bir kısırdöngü bu…
* * *
Mutsuzluk hastalığı kavramını daha önce de duymuştum fakat üzerinde durmamıştım.Ta ki
Viktor Hugo’nun “Sefiller” romanında “herkesi ve her şeyi kendisine düşman bilen mutsuz insanların” olduğu cümlesini okuyana kadar. Kısa bir araştırma ile “mutsuzluk hastalığının”
çağın hastalığı olarak nitelendirildiğini de öğrendim.Öyle midir gerçekten bilmiyorum ancak
bulaşıcı olduğu söyleniyor ki buna kesinlikle katılıyorum. Dizilere bakın, filmlere bakın.
Mutluluğu işleyen kaç örnek var? Ama mutsuzluk mu arıyorsunuz, onu her dizide, her filmde
ve hatta her köşe başında rastlarsınız. Bildiğimiz şey mutluluğun kendiliğinden oluşmadığı, bir çaba ve gayret gerektirdiği ve aslında bunun bir bilinç işi olduğu.Bir gazetenin blog sayfasında rastladım bir yazıya. İngiltere’de 21 yaşında genç bir öğrenci iken, yanında kaldığı aile tam bir felaket iken, akşam kursları 70 paund iken ve parası yokken, sigaranın onlu paketi 2,5 paund iken ve de onları sayarak ve saat tutarak içiyorken ve de karnı açken…Yolun kenarında yeni yolcu indirmiş, grandtuvalet bir otobüs şoförü kolunu tutmuş ve sormuş ona;”neden bu kadar kaşların çatık, neden mutsuz görünüyorsun” demiş.Yabancı olduğunu söyleyen öğrenciye gökyüzünü göstermiş” bak hava pırıl pırıl, kuşlar cıvıl cıvıl. Gençsin, güzelsin hayat senin” demiş. Ona şöyle bir bakarak gülümseyen öğrenciye yine “bak nasıl yakışıyor hep böyle gülmelisin.Aynı bizde olduğu gibi, öyle değil mi?”demiş. Bizim ülkemizde neden hiç beklenmez bu duyarlılık?
* * *
Gülmek karın doyurmaz demek işin kolayı, düşünmek gerekir ki biz sorunlarla boğuşurken ve sorunlara odaklanmışken birçok güzellik ve zaman elimizin altından kayıp gidiyor.İşte asıl
asıl gerçek bu. Zaman elimizden hızla kayıp gidiyor ve biz mutlu olmayı bilmiyoruz.
* * *
Gerçekten o kadar zor mu acaba, şiddet haberlerinde bir ölçü yakalasak hatta çok sınırlı ver-
sek hatta mümkünse yasaklasak. Kanlı canlı programları önlesek buna engel olsak. Polisler silah taşımasa, insanlar birbirine saygılı ve duyarlı olsa. Hiç olmazsa “günaydın” dediğimizde
tuhaf tuhaf bakmasa. Akşama arkadaşlarımızı yemeğe götüreceğimizde evdeki çocuğumuzdan
izin alsak ve de o da “hayır babacığım-anneciğim , bu akşam benim sana ihtiyacım var dese ve biz de o çocuğa saygı göstersek, o programımızı daha sonraya ertelesek.”
* * *
Sağlığımız varsa ve gülümseyebiliyorsak hayattan memnun olmak için yeterli donanıma sahi-
biz demektir. En akıllıca olan elimizdekilerin kıymetini bilmek ve elimizdekilerle hayatın tadını çıkarmaya bakmak diye düşünüyorum.Kavuşulmayan aşklar, aşiretler, cinnet geçirenleri değil, nezaketi, komşuluğu, centilmenliği, sevgi ve saygıyı ön plana çıkarmak bizi mutlu yapar ancak.Gerisi bizi boğar ve dibe çeker. Mesele hangisini öne çıkaracağımıza bağlı…