Kulluktan Özgür Bireye : Üretken Eğitim ve Aydınlanma Yolunda Köy Enstitüleri * İsmail Haluk Gökçora

Prof. Dr. İsmail Halûk GÖKÇORA
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi

“ Çalışmak borç bize bağ bahçesinde
Bu vatanın en kuytu köşesinde
Benim gönlüm pulluk motor sesinde
Çınladığı köyde çiçek açacak. “
İsa Sarıaslan (Köy Enstitülü)
Türkiye'nin Eğitimdeki Kısır Döngüden Kurtulmasına Çare ( ! )
Kemâlist Türkiye'nin kısmen gerçekleştirdiği ve Türk insanının aydınlanması için uygulamaya çalışılan en önemli devrimlerden biri; “Köy Enstitüleri”nin kurulmasıdır. Osmanlı'dan kalan, inanç ve egemenlik uğruna kullaştırdığı toplumu, en azından kırsal alan gençlerini, kısa bir süre için de olsa çağdaş eğitime köy enstitüleri kavuşturmuştur. Kemâlist eğitim görüşü 1923-1946 yılları arasında uygulanmıştır. Birbirini tamamlayan 5 “eğitim seferberliği” gerçekleştirilmiştir. Bunlar; 1.Okuma-Yazma Seferberliği, 2. Halk Eğitimi Seferberliği, 3. Köy Eğitimi Seferberliği, 4. Mesleki ve Teknik Eğitim Seferberliği ve 5. Çeviri ve Yayın Seferberliğidir. İşte Köy Enstitüleri bu seferberliğin bir parçasıdır. Köy Enstitüleri eğitimi, yoktan var eden, kurumları kendi olanaklarıyla ayakta tutan, verimli bir çağdaş eğitim anlayışı vardır. Mustafa Kemâl Atatürk önderliğinde genç Türkiye Cumhuriyeti'ni kuranlar ülkenin aydınlanma devrimini sürekli kılmak ve kırsal alana ulaşmasını sağlamak için dahice bir buluşla gerçekleştirdikleri eğitim biçimi olan; “Köy Enstitüleri”yle ülkemize yararlı büyük bir atılım sağlamıştır.
1935'te nüfusumuz 16 milyonun üzerindedir ve bunun yüzde 80'i kırsal kesimde yaşamaktadır. 40 bin köy, 25 bin mezra, oba, çiftlik gibi köy-altı yerleşim birimi vardır. İstenilen düzeyde okul, öğretmen ve para yoktur. Nüfusun yüzde 80'i okur yazar değildir. Ülke nüfusunun çoğunluğu yalnız eğitimde değil, genel kültür, inanış, sağlık, tarım, hayvancılık, teknoloji ve üretim yönünden de çağdışı koşullar içindedir. Köylü olan kesimin okuma-yazma oranı yüzde sadece 14'tür. Öğrenim sorunu kentlerde yüzde 75 çözümlenmişken, kırsal alanın ancak yüzde 15'i eğitim görebilmektedir.
Mustafa Kemâl Atatürk'ün bu konuya eğilmesiyle; “Yurdun özsahibi ve gerçek efendisi” denilen köylünün cahillikten kurtarılması için yeni “Türk harfleri”nin kabulü ve “millet mektepleri”nin açılması sağladı. Batılı ülkelerin kopyası yerine, Türkiye'ye özgü kurumlar kurmak için girişimler başlatıldı. İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanlığı döneminde Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) görevine bir felsefe eğitmeni olan Hasan Âli Yücel getirildi. Yücel, bakanlığında bir devrim yaparak “Üniversiteler Kanununu” çıkarmış ve özerkliği güvence altına almıştır. Zamanında bir çok klâsik ve antik eser Türkçe'ye çevrilmiştir. Ancak kendisini ölümsüzleştiren; Köy Enstitüleri projesi olmuştur. Bu proje için konunun uzmanı ve babası sayılan; İsmail Hakkı Tonguç ülkede keşif gezileri yaparak rapor hazırlamış; “Eğitim Yolu ile Canlandırılacak Köy” adlı çalışmasıyla ilköğretim devrimi köye kazandırmıştır.
Köye öğretmen gereksinimi nedeniyle 1936'da çıkarılan 3238 sayılı yasayla ilk olarak 2 adet “köy okulu” açıldı. Bu sayı 1940 yılında 14'e çıkarıldı. 17 Nisan 1940'da çıkarılan 3903 sayılı yasayla kırsal alanda köy çocuklarına eğitim vererek onları kendilerine ve dönecekleri köylerinde halkını eğitmesi, yeni teknolojileri getirmesi yönünden yeterli hale getiren okulların adları “Köy Enstitüleri” oldu.
Enstitülerin yerleri belirlenince 1940'da yasa Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sunulmuş ve uzun tartışmalar sonucunda kabul edilmiştir. Çıkarılan yasayla 4 öğretmen okulu enstitüye dönüştürülmüş, bunlara 17 okulun daha eklenmesi kararlaştırılmıştır. Köy Enstitülerinden mezun olanlar, atanacakları köylerde küçük bir aylık karşılığı 20 yıl zorunlu görev yapacaklardır. Eğitim köye yönelik olacağı için, bu okullar köy öğretmeni ve köye yarayan meslekleri öğretecekleri yetiştirmek üzere, tarıma elverişli alanları bulunan yerlerde kurulmuşlardır. Bu okullarda köye gerekli, öğretmen, sağlık memuru, ebe, köy teknisyenleri yetiştirilmiştir. Köy enstitülerinde yaşamın gereğine ve doğal koşullarına göre eğitim yapılmıştır. Kentlerin dışında kurulmuş olmalarının başlıca nedeni, ekim, üretim ve bunlarla ilgili araçların yapılması ve kullanılmasına yöneliktir. Böylelikle yaparak ve yaparken öğrenme temelli çağdaş bir eğitim düzeni sağlanmıştır. Kültür dersleri yanısıra tarımla ilgili dersler ve teknik ders ve çalışmaları yapılmıştır.
İlk mezunlarını 1942-43 yıllarında vermeye başlayan Köy Enstitüleri, sekiz yılda 17.321 öğretmeni köylere yollamıştır. Bu dönemde 7953 köyde yeniden öğretmenli okul açılmıştır. Öğrenci sayısıda 380.238'den 1.148.701'e ulaşmıştır. Dört Köy Enstitüsünde açılan sağlık bölümünden 1774 sağlık memuru, 53 ebe yetiştirilip köylere gönderilmiştir.
Atatürk Devrimi'nin kopmaz bir parçası olan ve yakında kuruluşunun 67.yıldönümü kutlayacağımız, Köy Enstitüleri; Kızılçullu, Çifteler, Kepirtepe, Gölköy, Aksu, Gönen, Arifiye, Pazarören, Akçadağ, Düziçi, Akpınar, Beşikdüzü, Savaştepe, Cılavuz, Hasanoğlan, Yıldızeli, İvriz, Pulur, Dicle, Ortaklar ve Ernis adlarıyla bu şerefli dönemin birer ışıldaklarıdır.
Köy Enstitüleri yalnızca öğretmen yetiştiren kuruluşlar olmayıp,bulunduğu çevreyi araştıran, geliştiren ve çevrenin kalkınmasını da üstlenmiş kurumlardı. Çok önemli bir işlevi yerine getirdi. Tarım işlerine elverişli geniş arazisi bulunan köylerde ya da onların hemen yanı başında, Türkiye'nin her yöresinde ilkokullara öğretmen yetiştirmek, köylerden ilkokul mezunu zeki çocukların bu okullarda yetiştirildikten sonra yeniden köylere giderek öğretmen olarak çalışmaları düşüncesi çok olumlu sonuç vermiştir. Adları bu satırlarda yazılmayan çok değerli köy öğretmenimiz, bilim-insanları ve saygın meslek sahipleri yanı sıra Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran ve Dursun Akçam gibi önde gelen yazar ve düşünür bu okullarda yetişmişlerdir.
“… Biz, istiklâl mücadelesinden itibaren sosyal hayatımızda
yaptığımız büyük devrimleri köylere götürecek adam
yetiştirmek isteriz. Çünkü ümmet devrinin köylüye bir adamı
vardır. Bu imamdır. İmam insan doğduğu vakit kulağına ezan
okuyarak, vefat ettiği vakit mezarının başında telkin vererek
doğumundan ölümüne kadar bu cemiyetin hakimidir.
Bu manevi hakimiyet maddi tarafa da intikal eder. Çünkü köylü
hasta olduğu vakit de sual mercii imam olur. Biz imamın yerine,
köye devrimci düşüncenin adamını göndermek istedik.”
Hasan Âli Yücel
Genç Türkiye Cumhuriyeti eğitimcilerinin özgün ve ilerici bir eseri olan; “Köy Enstitüleri” kırsal toplumuz çocuklarının hızla eğitilmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Uygulamanın ve üretkenliğin, kendine yeterliliğin birlikte işlendiği bu çağdaş eğitimle, köy yerinde hayvancılığın, arıcılığın, tarımın, sebzecilik ve meyveciliğin bilinçli ve iyi teknoloji kullanılarak yapılması, yaygınlaşması sağlanmıştır. Köylerimiz yola, suya, bağ ve bahçeye kavuşmuştur. Köylünün yazgıcılıktan, bilgisizlikten uzaklaşarak, başta bürokrasiyi sorgulayan, çağdaş tutum ve davranışları kazanmasını sağlanmıştır. Köy Enstitüleri aracılığıyla ulusal kültür, el-işleri, halk oyun ve türküleri tanınmış, yaygınlaşmıştır. Böylelikle özgür düşünme, okuma ve tartışma ortamına olanak verilmiş, Türk toplumu içindeki eşitsizlikler, denge sorunları sorgulanır hale gelmiştir. Anlamlı ve bilinçli olarak kırsal alan toplumunun ülkeye katkıda bulunmasına olanak sağlayan bu devrim bir köy gencinin eleştirisi ve önerisi hükümeti yönlendirebilir bir uyarıya kadar gidebilmiştir.
Yaygın Eğitimle Nitelikli Emek ve Düşün İnsanlarının Kırsal Alanda Yetişmesi: “Köy Enstitüleri”
Açık kalabildikleri ve görev yapabildikleri 13 yıllık süre içinde toplam 21 enstitü kurulmuştur. Bunlardan; 17341 öğretmen, 8675 eğitmen, 1599 sağlık memuru yetiştirilmiştir. Çok sayıda şair, yazar, araştırmacı da bu sayıların içindedir. 1935'lerde yüzde 20 olan okuma yazma oranı, daha yükseklere çıkarılmıştır. Köy Enstitüleri'nde 15000 dönüm verimsiz toprak işlenerek tarım alanı haline dönüştürülmüştür. 250 000 ağaç dikilmiş, 2 500 dönüm sebzelik, 1 200 dönüm bağ oluşturulmuştur. Binlerce büyük ve küçük baş hayvan yetiştirilmiştir. Köy Enstitüleri, kuruluşlarından itibaren Atatürk devrimlerinin itici gücü olmuştur.
Genç Türkiye Cumhuriyeti'nde karma öğretim sistemine dayanan enstitülerin öğretim süresi beş yıldı. Öğrencilerin ilk üç yıllık başarı düzeylerine bakılarak, en başarılılar öğretmenliğe, geri kalanlar diğer köy hizmetlerine yönlendirilecekti. Okullar aynı zamanda birer tarım işliği, sağlık ocağı olarak işlev görecek, çeşitli tohum ve tarım araçlarının ilk denemeleri buralarda yapılacaktı. Enstitülere alınan öğrenciler, okulun yapım işlerinde ve örnek tarım uygulamalarında da görev aldılar. Köy Enstitüleri, izlediği eğitim yöntemiyle de olumlu bir örnektir. Enstitülerde okutulan dersler üç gruba ayrılmıştı. Bunlar; yüzde 50'si kültür dersleri ve genel bilgi dersleri (Türkçe, tarih, coğrafya, yurttaşlık bilgisi, matematik, fizik, kimya, yabancı dil, öğretmenlik bilgisi, müzik, resim, kitap okuma, tartışma, piyes, gezi, araştırma vb.), yüzde 25'i tarım dersleri ve uygulamaları (tarla tarımı, bahçe tarımı, zootekni, kümes hayvancılığı, arıcılık, ipek böcekçiliği, balıkçılık, su ürünleri vb.) ve yüzde 25'i de teknik dersler ve uygulamalarıdır (demircilik, tenekecilik, ev ve el sanatları vb.). Derslerde uygulanan yöntemlerin özü, öğrencileri çalışmalara yönlendirerek, onlara bilgiyi iş içinde ve iş aracılığıyla öğretmekti.
Doğmadan Batırılan Güneşimiz ( ! )
Tüm olumlu gelişmelere karşın, feodal yapı bu aydınlanma sürecinde rahatsız olmuştur. Cumhuriyet düşmanları ve din istismarcıları bu kurumun kapatılması için ellerinden geleni yapmışlar ve başarılı da olmuşlardır. 1946 yılında hükümetin yaklaşan seçimleri yitirme kaygısıyla Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) içinden muhalif milletvekillerinin başını çektiği örgütlü muhalefetin kampanyasıyla, müfredatında ve yapılanmasında kuruluş amaçlarından uzaklaşan değişiklikler yapılmış, sonraki yıllarda da, daha önceleri sıkı sıkıya bağlı olduğu "iş için, iş içinde eğitim" ilkesinden uzaklaştırılmıştır.
“…Biz, yarınların insanlarıyız. Emeklerimizi, bilgi ve
duygularımızı, yaptığımız bütün işleri bizden sonra
geleceklere bir miras değil bir vasiyet olarak terk ediyoruz.”
İsmail Hakkı Tonguç
İç ve dış işbirlikçilerin, gericilik akımlarının; köy çocuklarının bilinçlendirilmiş, sorgulayıcı ve araştırmacı insan ve kullukta kurtulmuş bir özgür birey haline dönüşümüne tepkisi büyük ve yoğun olmuştur. Halkevleri ve “köycü” Doktor Reşit Galip'in 1930-1934 arasındaki çalışmaları, 1936'da başlayan köy eğitiminin birinci safhası olan “Köy Eğitmenleri” dönemi ve Köy Enstitüleri döneminde amaç köylüleri “vatandaş” haline getirmek, onlara yeni devlet düzenini ve cumhuriyeti anlatmak için köye yaklaşmaktı. Köy Enstitüleri de “köye köylüler yoluyla yaklaşma” nın en iyi yöntemlerinden biri olarak seçilmişti. Aslında Hasan-Âli Yücel, kendisinden önceki bakan olan Saffet Arıkan'ın köy öğretmeni yetiştirme yolundaki çabalarını sürdürerek işe başlamıştır. Ancak bu Enstitülerden çıkıp köylere dağılan öğretmenler, oralardaki feodal sistemle, toprak ağalarıyla savaşıma girişince, Meclis'te feodal sistemden gelmiş milletvekilleriyle Hasan-Âli Yücel‘in çatışması başlamıştır. Bu egemen güçler, kendi çıkarlarını ve sömürülerini sürdürmek, (örneğin toprak reformunu engellemek) amacıyla toplumun yeterince aydınlığa ulaşmadan Köy Enstitüleri'ni kapatmışlardır. Üretken eğitimle aydınlanmanın önü böylelikle, 1950 yıllarla birlikte kesilmiş; yönetimde ve egemen bulunanlar toplumdaki lâisizm, demokrasi, aydın insan ve üniversite karşıtı eylemleriyle günümüz yoz ortamına neden olmuşlardır. Önceleri yaratıcılığın ön plana çıktığı eğitim anlayışının yerine giderek geleneksel, ezberci eğitimin yerleştiği öğretmen okullarına dönüştürülerek 6234 sayılı yasayla, 1954'te kapatılmışlardır. Enstitülerin kapanış süreci 1946'da başlamıştır.Köylere okul yapımı ve öğretmen yetiştirme işi, o dönemde bazı politikacıların ve çıkar çevrelerinin işlerine ters düşmeye başlamıştır. 4.9.1947'de 5129 sayılı yasa ile Köy Enstitülerinin yapılanması, faaliyet alanları, müfredatı tümüyle anayolundan saptırılmış, ardından 27.01.1954'te çıkan 6234 sayılı yasayla “İlköğretmen Okulu” diye isim değişikliği yapılmıştır. Yeterince aydınlanmamış toplumda öncelikle din sömürüsü, ahlâk kavramları üzerinden gidilerek tarikatların, şeriatın ortama hakîm olmasına çabaları halen süregelmektedir. Köylülerin bu gibi aydınlanma sürecinden rahatsız olan toprak ağaları, Cumhuriyet karşıtları ve din istismarcılarının çıkarları bozuluyordu. Onlar için bu kurumların kapatılması gerekiyordu ve kapatıldı. Eğer kapatılmamış olsalardı; gidilmemiş köy, okulsuz çocuk, işlenmemiş toprak, kullanılmamış su, aç- açık insan, işçileri sokaktalar da aç dolaşan kapatılmış fabrikalar olmazdı. Eğer kapatılmasalardı; işçilerimiz yabancı ülke kapılarında iş aramayacaklar, aileler bölünmüş olmayacaklardı. töre cinayetleri işlenmeyecekti, köy boşalmaları yaşanmayacaktı. Çünkü insan için gerekli olan hizmetler köyde üretilir olacaktı. Kapatılmamış olsalardı bu günkü özgürlük kavgaları yapılmayacaktı. Çünkü Köy Enstitüleri bir özgürlük ve özgürleşme eylemi idi. Türk devriminin asıl dayancası, eğitim yoluyla yaratılacak olan toplumsal üretme bilincidir. Bu da ancak toplumcu bir eğitim süreci izlemekle gerçekleşebilir. Köy Enstitüleri'nde iş içerisinde, iş yoluyla, iş için eğitim anlayışı ve yöntemi bir anlamda sanat eğitimi genelinde, özelde müzik yoluyla, müzik içinde ve müzik için eğitim anlayışının da uygulaması olmuştur. Bu ancak bireye önem veren ve bir değer olarak gören hümanist ve ilerici bir eğitim anlayışıyla gerçekleştirilebilirdi. Köy Enstitüleri insan, demokrasi ve sanat eğitiminin bir bütünsellik içerisinde verildiği özgün eğitim kurumlarıydı. Bu eğitim anlayışı hala günceldir ve aşılamamıştır. Köy Enstitülerinin kuruluşunda hazırlanan plân tüm yönleriyle sürdürülmüş olsaydı 1956'da okulsuz köy kalmamış olacaktı. Her köy öğretmene kavuşacak, her 8-10 köyün bir sağlık memuru ve ebesi olacaktı. Bunun yanı sıra yetişkin eğitimi ve okuma yazması kısa sürede sağlanmış olacaktı. Sonuçta kazanan, ülke ve ulus olacaktı.
“… Millî eğitim, ülke halkında yaşayan değerlere ve
yeteneklere dayanmalı; orijinal olmalıdır.
… başka memleketlerden el yordamı ile alınan metotları
uluorta tatbike kalkmak, her zaman neticesiz olmaya mahkumdur.”
Hasan Âli Yücel
Kültür Politikası ve Köy Enstitüleri
Öte yandan, Türkiye toprakları üzerinde yaşayan milyonlarca insanı Türk kültürünün hamuru içinde yoğurup millî birliği sağlamak için her yerde kültür merkezleri kurulmalı idi. Millî birliği gerçekleştirecek olan bu “eğitim karargâhları”nı kurmakta tereddüt etmek, gaflete düşmektir. Bu nedenle “her soydan vatandaşın parçalanmaz bir bütün olan Türklük” içinde toplanmasını sağlamak için, özellikle Doğuda eğitim-öğretim kurumlarına büyük görevler düşmekteydi. Hasan Âli Yücel' in kültür politikasının odak noktası, çağdaşlaşmanın sağlam temellere dayanması için, dünyanın en meşhur edebî ve felsefî eserlerinin Türkçe'ye kazandırılması hareketidir. Yapılan yeniliklerin sağlam temellere oturabilmesi için, önce milletin ruhunun ve zihninin bu yenikleri anlama, kabul edip sürdürmeye hazır hale getirilmesi gerekiyordu. Bu da ancak dünya klâsiklerinin Türkçe'ye kazandırılması yoluyla mümkün olabilecekti. Hasan-Âli Yücel'in uluslar arası ve ulusal eğitim politikası temelinde: a) Bütün dünya milletlerini tanımak, anlamak ve saymak; b) Kapalı bir kültürde esir kalmayarak insanlığın ortak kültür kaynaklarına gitmek; c) Vatandaşlar arasında ırk, din, dil, sınıf ayrılıkları gözetmemek… yatmaktadır. Hasan-Âli Yücel, Osmanlının son döneminde tartışılan ve Ziya Gökalp tarafından birleştirilmek istenen “Türkleşmek”, “İslâmlaşmak” ve “Batılılaşmak” tezlerine de karşıydı. Yücel, “Ana dili, kültür davamızın belkemiğidir” biçiminde anlayış getirmiş ve uygulamıştır. Hasan-Âli Yücel, Türkiye'de dili sadeleştirme hareketlerinin her zaman en önünde yer almış; hem Türk Dil Kurumu'nun kurulmasında hem de 1933'de “Karşılık Arama Kılavuzu”, 1941'de Gramer Komisyonu, 1942'de Felsefe Terimleri Komisyonu ve 4. Dil Kurultayı çalışmalarında öncülük etmiştir. Tercüme Dergisi, klâsik eserlerin yayınlanması, büyük ansiklopedi yayınlarına başlanması da onun bu alandaki çalışmalarının değerli meyveleridir. Yazı dili ile konuşma dili arasındaki ikiliğin kaldırılması ve sanatta ulusal değerleri öne çıkartılması hep onun döneminde uygulanmıştır.
… Ben bir köy öğretmeniyim,
Anlımda ışık, Gözlerimde nur…
Alıp götürmeyin beni şehirleri
Götürmeyin ne olur.
Bir köy öğretmeniyim,
Katıksız duygular içinde yaşarım.
Çıplak ayaklar basar yüreğime,
Onları tutar, okşarım.
Bir köy öğretmeniyim,
Çaresizlik ekmeğim, keder gözyaşım,
Umut ve sevgiyim çarpan kalplerde,
Dağlardan daha çok yücedir başım.
Ben bir köy öğretmeniyim,
Evlerde motif, dillerde destan
Gölgesi düşer ay-yıldızın üstümüze,
Tonguç'a göre ise halk/ulus, "…her türlü değer yaratmada ve toplumsal örgütlenmede tükenmez bir hazinedir." Eğitimin amacı bu kaynağı işlemeye, devinimleştirmeye yöneliktir. Diğer bir deyişle, toplumsal bilinç yaratmanın yoludur. Tonguç şöyle der; “Geleceğin okulunu çocuklar için bir cennet haline getirmek ülküsü zafer çelenkleriyle süslenirse, Köy Enstitüsü denemesinin kazandırdığı değerlerden de yararlanarak, ulusumuzun karakterine en uygun eğitim kurumları yaratılabilir. Bunlara yakışacak adı bulmakta zorluk çekilmez.”
Köy Enstitüleri ve sonrası
Cumhuriyetin ilk yıllarında doğrudan ortaokula öğretmen yetiştiren bir kurum yoktu. Cumhuriyet öncesi dönemden devralınan Yüksek Öğretmen Okulları ve üniversitelerin ilgili bölümlerinden mezun olanlar, lise ile birlikte ortaokullarda da öğretmenlik yapıyorlardı. Bu nedenle, 1920'li yıllarda ortaokul öğretmeni yetiştirme ihtiyacı sık sık gündeme geliyordu. Bu ihtiyaca ileriki yıllarda cevap verecek olan Eğitim Enstitülerinin ilki (Gazi Eğitim Enstitüsü) Konya'da ortaokul Türkçe öğretmeni yetiştirmek amacıyla 1926-1927 öğretim yılında Orta Muallim Mektebi adıyla kurulmuş (2 yıllık) ve daha sonra Ankara'ya nakledilerek yeni bölümler eklenmiştir. Bu enstitü, 1940'lı yılların sonuna doğru öğrenim süreleri 2-3 yıl arasında değişen bölümleriyle tüm ortaokul dersleri için öğretmen yetiştirir hale gelmiştir. 1940'lı yılların sonlarında Gazi Eğitim Enstitüsü'nün kapasitesinin ülkenin ortaokul öğretmeni ihtiyacını karşılamaktan uzak olduğu anlaşılınca, yeni Eğitim Enstitüleri açılmaya başlamıştır. 1953 yılına kadar Köy Enstitüleri (toplam 21) lise seviyesindeki 3 yıllık “Öğretmen Okulları” ile birlikte ilkokulların öğretmen ihtiyacını karşılayan en önemli iki kurum olmuştur. Köy Enstitüleri, 1953 yılında kapatılarak 6 yıllık İlköğretmen Okulu adı altında yeniden organize edilmiştir. Bu tarihten itibaren bu okullar yine ağırlıklı olarak köy ilkokulu mezunu öğrenciler almaya devam etmiş ve diğer 3 yıllık İlköğretmen Okulları ile birlikte lise seviyesinde program bütünlüğü sağlanmıştır. 1960'lı yılların sonuna doğru Eğitim Enstitülerinin sayısı on'a yükselmiş, bu sayı 1970'te 12, 1973'te 16 ve 1978'de 18 olmuştur. Aynı şekilde, 1960 yılında enstitülerde 2.049 olan toplam öğrenci sayısı, 1977-1978 öğretim yılında 69.313'e yükselmiştir. Temelde ortaokullara branş öğretmeni yetiştirmek üzere kurulan ve süreleri 1960'lı yılların sonunda 3 yıla çıkarılan Eğitim Enstitüleri, 1978-1979 öğretim yılında önemli bir değişiklik geçirmiştir. Bu öğretim yılından itibaren enstitülerin öğrenim süresi 4 yıla çıkartılmış, isimleri Yüksek Öğretmen Okulu olarak değiştirilmiş ve bölümlerde yeniden yapılanma ile branşlarda ihtisaslaşmaya gidilmiştir. 16 bölüm halinde (Türk Dili ve Edebiyatı, Tarih-Coğrafya, Coğrafya-Tarih, Matematik-Fizik, Fizik-Matematik, Fizik-Kimya, Kimya-Fizik, Kimya-Biyoloji, Biyoloji-Kimya, İngilizce, Fransızca, Almanca, Resim-İş, Müzik, Beden Eğitimi, Eğitim) yeniden organize edilen enstitülerde amaç, hem ortaokullara hem de liselere öğretmen yetiştirmek haline gelmiştir. Bu düzenleme ile eski enstitülere üniversiter bir yapı ve işleyiş kazandırılmaya çalışılırken bölümlerde getirilen ihtisaslaşma, yetişen öğretmenlerin ortaokuldan çok liseye yönelmelerine neden olmuştur. Bu düzenlemeden sonra, Yüksek Öğretmen Okulu mezunlarının statüsü üniversitelerin Fen-Edebiyat Fakültelerinden yetişen öğretmenlerle paralel hale gelmiş, ancak bu arada ortaokula özgü öğretmen yetiştirme ihtiyacı (örneğin, Fen Bilgisi ve Türkçe öğretmenlikleri) gözardı edilmiştir. 1978'de Yüksek Öğretmen Okulu adı altında yeniden yapılandırılan enstitüler, 1982 yılında 2547 sayılı Kanunla Eğitim Fakültelerine dönüştürülmüş ve üniversite çatısı altına alınmıştır. Bu düzenleme ile bölümlerde ihtisaslaşma iyice derinleşmiş ve zaman içinde yan alanlardan vazgeçilerek tamamıyla tek bir alanda (Fizik, Kimya, Tarih gibi) öğretmen yetiştirilmeye çalışılmıştır. Bunun sonucu olarak, ortaokulların öğretmen ihtiyacı liseye özgü derslerde yetişmiş Eğitim Fakültesi mezunları tarafından karşılanmaya başlanmış, ancak bu uygulamada çeşitli güçlükleri beraberinde getirmiştir. Böylece gerek sayısal yönden, gerekse ortaokul seviyesindeki öğrencilere ve derslere uygun nitelikli öğretmen yetiştirme açısından, Eğitim Enstitülerinde 1978'deki düzenleme ile başlayan ve 1982'deki düzenleme ile iyice belirgin hale gelen yeniden yapılandırma çalışmalarının bazı olumsuz sonuçlara yol açtığı görülmektedir. İlköğretmen Okullarının eğitim süresi 1970-1971 öğretim yılında bir yıl artırılmış (ilkokul üzeri 7 yıl, ortaokul üzeri 4 yıl olmak üzere); böylece İlköğretmen Okulları normal lise eğitim programının tamamını uygulama ve öğretmenlik mesleği ile ilgili derslerin sayısını artırma imkanına kavuşmuşlardır. Hem yapıda hem de programlarda değişiklik getiren bu düzenleme ile İlköğretmen Okullarının statüsü biraz daha yükseltilmiş, programlar daha kapsamlı hale getirilmiş ve mezunlarının diğer lise mezunlarına denk sayılması sağlanmıştır. Ayrıca, İlköğretmen Okullarının eğitim sürelerinin artırılması, birkaç yıl sonra gerçekleşecek olan ilkokul öğretmeni yetiştirme işini yüksek öğretim seviyesine taşıma girişimleri içinde önemli bir başlangıç olmuştur. 1973 yılında yürürlüğe giren 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu, temel eğitimin 5 yıldan 8 yıla çıkartılmasını ve bu amaçla temel eğitim öğretmenlerinin yetiştirilmesini hükme bağlamıştır. Bu çerçevede kanun, öğretmenliğin tanımını yeniden yapmış, her seviyedeki öğretmenlerin yüksek öğrenim görmesi ilkesini ön plana çıkarmış ve buna göre öğretmen yetiştiren kurumların lisans öncesi, lisans ve lisansüstü seviyelerde yatay ve dikey geçişlere imkan verecek şekilde yeniden düzenlenmesini hükme bağlamıştır. Bu hükümler çerçevesinde 1974-1975 öğretim yılında, köklü bir geçmişe ve deneyime sahip İlköğretmen Okullarının bir bölümü öğretmen yetiştirme işlevini yitirerek 3 yıllık Öğretmen Lisesi haline getirilmiş, diğerleri ise kapatılmıştır. Öğretmen lisesi mezunu öğrencilere iki yıllık Eğitim Enstitülerine girişte çeşitli avantajlar sağlanarak bu iki kurum arasında zayıf da olsa bir devamlılık kurulmaya çalışılmıştır. İki yıllık Eğitim Enstitülerinin sayısı 1976 yılı itibarıyla 50'ye ulaşmış ancak, teknik eğitime geçiş gerekçesiyle 1980 yılına kadar bunlardan 30 tanesi kapatılmıştır. Eğitim Enstitüleri, 1975-1980 yılları arasında öğretim elemanı eksikliği, politik olaylar ve baskılar gibi ağır sorunlarla karşı karşıya kalmışlar ve normal programın dışında hızlandırılmış eğitim yoluyla öğretmen yetiştirmek zorunda kalmışlardır. Bu enstitüler, 25 Temmuz 1982 yılında Eğitim Yüksek Okulu adıyla üniversite çatısı altına alınmıştır.Tüm seviyelerdeki öğretmenlerin en az lisans öğrenimi görmelerini öngören 23.5.1989 tarih ve 89.22.876 sayılı Yükseköğretim Kurulu kararıyla, iki yıllık Eğitim Yüksek Okullarının öğrenim süresi 1989-1990 öğretim yılından itibaren 4 yıla çıkarılmış ve daha sonra da 3.7.1992 tarih ve 3837 sayılı Kanunla Eğitim Fakültelerinin Sınıf Öğretmenliği Bölümü haline getirilmişlerdir.
Sonuç
Öğrencisi, öğretmeni, usta öğreticisi ile Köy Enstitülü'ler İsmail Hakkı Tonguç'un önderliğinde bir destan yaratmışlardır. Oluşturdukları efsaneyle “yeşeren toprak, yükselen yapı, ışığa dönüşen su, dayanışma, paylaşma, aydınlanma, özgürleşme” sağlanmıştır. Temel kavram yalnızca eğitimi değil, sorgulayan, araştıran, beceri kazandıran ve savaşımcı bir yaşam biçimini getirmiştir. Yüzlerce yazar sanatçı, bilim insanı, sağlık memuru, ebe ve sayıları milyonlara ulaşan öğrenci yetiştirdiler. Burada çalışan ve mezun olan insanlarımız ülkemizin bağımsızlığını yitirmesine karşı durmuşlar, halkla bütünleşmişlerdir. Bu nedenle; kazandıkları kimlik, özgüven ve koşulları zorlayan fedakârlıklarıyla verdikleri emeklerin unutulması olanaksızdır. UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu) tarafından dünyaya örnek gösterilen Köy Enstitüleri sistemini kamuoyuna yeniden anlatmak, günümüze uyarlanabilirliğini tartışmak gereklidir. Eğer başarılı olmasalardı bugün; -gidilmemiş köy, okulsuz çocuk, işlenmemiş tarla, -aç-açık insan, fabrikaları kapatılmış işçiler olmayacaktı. Avrupa'da çalışan işçiler, töre cinayetleri, boşalmış köyler, çarpık kentleşme görülmeyecekti. Çok kısa ömürlü olmalarına karşın öğrencisi, öğretmeni, çalışanıyla aydın, özgür üretken, araştırmacı, sorgulayıcı, Atatürk ilke ve devrimlerine, Lâik Cumhuriyet'e inanan ve bu yolda yürüyen bireyler, yurttaşlar yetiştiren Köy Enstitüleri günümüzde bile birçok ülkeye örnek olabilecek üretime dönük eğitimi esas almıştır. Köy Enstitüleri; lâik eğitimin başlamasında öncülük etmiş, sanayi için eğitilmiş nitelikli iş gücünün oluşmasına yardımcı olmuştur. Ataerkil toplumdan çekirdek aile toplumuna dönüşün başlangıcı olmuştur. Demokratik toplum ve kültür için kurumsal alt yapı oluşmasına neden olmuştur. Ezbercilikten uzak sorgulayan bireyler yetiştiren, demokratik ve üretici eğitimin başlamasına öncülük etmiştir.
Cumhuriyet Türkiyesi'nde bu uygulamadan dönüldükten sonra eğitimdeki çıkmazımızın her geçen gün yüzümüze vurması hiç de yadsınılmamalıdır. Bu yazının amacı; 21. yüzyılda ortaçağa doğru yol alışımızın nedenleri açıklığa kavuşturmaktır. Tüm bu koşullara karşın, bu güzide kurumun yetiştirdiği çok sayıda Atatürkçü gencimiz toplumumuza önemli katkılarda bulunmuşlar, yetiştirdikleriyle ve önder oldukları eylemlerle şerefli yaşamlarını sürdürmektedirler. Tuttuğunu koparan, başı dik, düşüncesi hür, vicdanı hür, boyun eğdirilemez insanlarımızın sayıca artması ve ülke olarak yeniden saygın bir niteliğe kavuşmak umuduyla onlara saygı ve özlemimizi iletirim.

KAYNAKÇA
1. Candoğan G: Köy Enstitüleri sisteminde öğrencilerin yönetime katılmaları. www.egitim.aku.edu.tr/candogan.htm
2. Eşme İ: Köy Enstitüleri. Cumhuriyet Gazetesi 16.03.1999 www.cumhuriyet.com.tr
3. Gazalcı M: İki Türkiye'nin iki eğitimi.Yeniden İmece 2006:(12) 90-91 ISSN 1306-5432
4. Gezer N: Köy Enstitülerinde oluşmuş düşün kaynağının bugüne ulaşabilmesinin nedenleri ve sınanan gerçekleri. Yeniden İmece 2006:(12) 85-86 ISSN 1306-5432
5. Gökçora İH: Şiddetli Akıntıya Karşı Bilime Kavuşması: Bilinçli, Nitelikli ve Yaygın Eğitim ! Universite-Toplum Dergisi 2006 (4) 1-5 www.universite-toplum.org
6. Karakütük K: Cumhuriyet ve eğitim.Yeniden İmece 2006:(13) 31-35 ISSN 1306-5432
7. Karaman S: 63. kuruluş yılında Köy Enstitüleri. Üniversite ve Toplum Dergisi 2003 www.universite-toplum.org
8. Kocabaş A: Müzik eğitiminin çoklu zekâ alanlarına etkisi ve köy enstitüleri. Yeniden İmece Dergisi (4)53-57 ISSN 1306-5432
9. Kocabaş K: Cumhuriyet aydınlığı ve 25. yılında YÖK. Yeniden İmece 2006:(13) 7-12 ISSN 1306-5432
10. Köyöğretmeni sitesi. Köy öğretmeninden. www. koyogretmeni.com
11. Makal O: Ne lâiklikten ne de cumhuriyet ve demokrasiden vazgeçebiliriz. Yeniden İmece 2006:(11) 4-5 ISSN 1306-5432 oguz.makal@deu.edu.tr
12. Makal O: Bozkırdaki Kıvılcım: Enstitüler. Piramit Yayınları 96, IV. baskı, Ankara, 2005 ISNB 975-8854-99-2
13. Okçabol R: Türkiye'nin yükseköğretim stratejisi (Taslak Raporu) ! Yeniden İmece 2006: (12) 27-29 ISSN 1306-5432
14. Şahin O: Devrimini yitiren Türkiye. Yeniden İmece 2006:(13) 28-30 ISSN 1306-5432
15. Trakya üniversitesi: Kuruluşunun 65. yılında Köy Enstitülerini anma etkinliği. www.trakya.edu.tr
16. Tonguç E: Köy Enstitüleri ve İsmet İnönü-2. Yeniden İmece 2006:(12) 95-98 ISSN 1306-5432
[ Başa Dön ] [ PDF ] [ Editöre E-Posta ] [ Yorumlar ]