Köy Enstitülü Bir Kahraman “ilyas Öğretmen”

En samimi, en canlı, en üretken kurum olan cumhuriyetin çocuğu Köy Enstitülerinden mezun bir kahraman Sayın İlyas Kalay ile bir görüşmeyi paylaşmak istiyorum sizlerle.
Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Genel Başkanı Prof.Dr. Sayın Kemal Kocabaş, Köy Enstitülü kahramanlarla yaptığı görüşmelerin yer aldığı, nisan ayında çıkaracağı kitabı basıma hazırlamakta.Köy Enstitüsü mezunu gerçek öğretmen, gerçek yurtsever birçok eğitimciyle görüşüyor Sayın Kemal Kocabaş.9 Ocak 2010 günü İlyas Kalay Öğretmenle Salihli’de yaptığı görüşmede ben de vardım. Kitap yayınlanmadan bu bölümü Yarın gazetesinde paylaşmama izin verdiği için Değerli Kemal Kocabaş Öğretmenime teşekkür ediyorum.
Sayın Hocam nerede doğdunuz, ailenizi anlatır mısınız?
1925 Demirci doğumluyum. 3 kardeşiz. Ablam 1915 doğumlu olup okuryazar değil, 1913 doğumlu ağabeyim ise ilkokul mezunudur. Babam 1890 yılında Demirci’den ayrılıyor. Kendisi İstanbul Yenikapı Mevlevihanesi’nde amcası Neyzen Tevfik ile beraber çile dolduruyor.1900 yılında askere alınıyor 1907 yılında Demirci’ye ailesinin yanına dönüyor.1910 yılında Balkan Savaşı ve 1. Dünya Savaşını katılıyor. 1. Dünya Savaşı’nda Erzurum Kop Dağlarında el parmaklarını kaybediyor, gazi oluyor ve 1918 yılında Demirci’ye kesin olarak dönüyor. Ancak 40 yaşlarında normal bir hayata başlıyor. Kendisi aydın bir insandı. Musikiye çok yatkındı. Demirci’ye ilk kez ütülü pantolonlu, Frenk gömlekli gelmişti. Başlangıçta yadırganmış da. Mevlevi tarikatı musikiyi öne çıkarırdı. Bizim Demirci’deki hocalar musikiye çalgıcılık olarak bakardı. Onlarla çelişkiler yaşadığını bilirim. Demirci’ye döndükten sonra Demirci’deki Mevlevi Dergâhında uzun yıllar çalışır. Babam bunun dışında ufak tefek ziraat işleri ve baba mesleği kalaycılık yapardı. Bizim soyadımız da oradan gelmişti. Bizim çok az buğday-nohut hasadı yaptığımız bir yerimiz vardı. Biraz da bağımız vardı. Bütün işlerde babama yardımcı olurdum. Babam 1930 yılında askerlik şubesinin uyarısıyla başvuruyor ve kendisine gazilik maaşı bağlanıyor.
Demirci’nin o yıllarını biraz açar mısınız?
Demirci o yıllarda 3-4 bin nüfuslu 850 rakımlı fakir bir yerdi. Ziraat faaliyetleri zayıftı. Kadınlar halı dokuyarak aile geçimlerine katkı sağlardı. Demirci’deki halı dokuma geleneği Gördes üzerinden bize gelmişti. En yakın yerleşim yeri 40 km ötedeki Simav’dı.
Demirci’de 10. Yıl kutlamalarını ve Cumhuriyet Bayramı Kutlamalarını anlatır mısınız?
Bayramlar genelde coşkulu kutlanırdı. Ama 1933 yılındaki 10. Yıl kutlamaları çok coşkulu kutlandı. O dönemlerde şehit aileleri ve harp gazileri vardı. Yeni bir devlet kurulmuştu. Halk geleceğe umutla bakıyordu. Cumhuriyet bir rahatlık yaratmıştı. Mustafa Kemal’e ve Cumhuriyete büyük bir güven vardı. Demirci Kaymakamının direktifleriyle kasabadaki tüm evler beyaz kireçle badana ettirildi. Her ev kapısına bayrak asacaktı. İçinde mum yanan kağıt fenerler yapıldı. Tüm resmi daireler süslendi. Köylerden Efe giysileriyle atlılar geldi. Atlılar tüm giriş yollarından Demirci’ye giriş yaptılar. Akşam büyük bir gösteri yapıldı. Gece fener alayı düzenlendi. Kasabanın meydanında ortaoyunu sahnelendi. Milli oyunlar, türküler sabaha kadar eğlenildi. Halkın yeni Cumhuriyete karşı tam bir güveni vardı.
Halkevleri ve Halk odalarının o yıllardaki çalışmalarını anlatır mısınız?
Demirci eski ve yeni yazı ile yazılmış kitapları olan aktif bir halkevi vardı. Halka kurslar açılırdı. Genellikle gençler katılırdı. Organizasyonda öğretmenler aktif olurdu. Halkevleri halk üniversitesi idi. Halkevleri harf devriminin bir devamıydı. O anlamda önemli işler gördü. Büyük ses ve saz sanatçıları oralardan yetişti. Ağabeyim de Demirci Halkevinde darbuka çalardı. Ben çocukluk yıllarımda biraz da onu izlemek için onların etkinliklerine giderdim. Demirci o yıllarda daha aydın, gelişmeye daha açıktı. Şimdi ise muhafazakârlığın kalesi oldu. Göreve başladığım 1944 yılında ilk öğretmenliği atandım yerde halk odasını ben açtım. Halk odası için Çöğürler köyünde bir oda bulduk. Halk odasının başkanı oldum. Akşamları gençleri toplayıp tarih, davranış, tarım konularında konuşmalar yapardım. Önceleri 10 kişi gelirdi. Sonra bu söyleşilere 40 kişinin katıldığı günler oldu. Demirci Halkevi başkanı bana halk odası kütüphanesini oluşturmam için kitaplar verdi. Bir kitaplık oluşturdum. Akşamları köylülerle toplantılar yapıyorduk. Arada bir köylülerin hoşlanacağı Milli Mücadeleyi anlatan kitaplar okur, anlatırdım.
Demirci’deki ilkokul yıllarını anlatır mısınız?
O yıllarda Demirci’de ortaokul yoktu. Sadece bir adet ilkokul vardı. Okul bizim eve yakındı. Okuldaki tüm öğretmenler öğretmen okulu mezunu ve Atatürk ilke ve devrimlerine yürekten bağlı idealist insanlardı.10–15 adet öğretmen vardı. O dönemlerde ülke savaştan yeni çıkmıştı. Yoksuldu. Öğretmenler toplum tarafından çok saygı gösterilen insanlardı. Ben iyi bir öğrenciydim. Babam okumamı istiyordu. Ben babamın uzun askerlik anılarını okulda anlatırdım. Bu özelliğim nedeniyle okulda durumum iyiydi. Atatürk’ün ölümünde 5. sınıftaydık. Öğretmenizle birlikte radyo dinleyerek yas tuttuk. Okulda kızlar dörtte bir orandaydı. Aileler kız çocuklarını evlerde halı dokutturuyorlardı. 5. sınıfta iken babamla dostluğu olan öğretmenim benim daha iyi yetişmem için sınıfta kalmamı ve beşinci sınıfı tekrarlamamı babamdan istemiş. Babam o nedenle beni bitirme sınavlarını göndermedi. Ertesi yıl 5. sınıfın en iyi öğrencisi oldum. Öğretmenim Hayri Altay idi. 5.sınıf bitiminde tek seçenek Simav Ortaokulu’nda okumaktı. O yıllarda anam ölmüştü. Üvey anam vardı. Evrakları tamamladım. Eylül1939 da eşeğin sırtına binerek 40 kilometre ötedeki Simav’a yola koyuldum. Eşeğin heybesine üvey anam yolluk domates koymuştu. Evraklarım da o gözdeydi. Simav’a vardığımda tüm evrakların harab olmuştu. Kurutup okul müdürüne vermeye çalıştım ama müdür yüzüme bile bakmadı. Büyük bir hayal kırıklığı ve üzüntüyle eşeğe binip Demirci’ye dönmek için yollara düştüm. 20 kilometrelik yol düz ova idi. Akşam karanlığında vahşi hayvanların bol olduğu, çok sık çam ormanın içine daldım. Zifiri karanlıkta dağ yollarını aşarak, eşek üzerinde uyuklayarak eve dönmek 13 yaşındaki bir çocuk için önemli bir deneyimdi. Babam nasibin yokmuş oğlum dedi. İki meslek seçmemi istedi. Ya nalbant, ya da demirci olacaktım. Ertesi günü dayımın yanında nalbant çırağı idim. Çok ağır bir işti. Her sabah erken kalkıp dayımın hayvanlarını bakıp, yemlerini ve sularını veriyordum. Bir bayram günü 5. sınıfta benden daha geri arkadaşlarımın ortaokul şapkalarıyla dükkânın önünden geçerken gördüm. Daha çok üzüldüm. Birkaç gün sonra okula öğretmenime koştum. Hocam ben okumak istiyorum “bana bir okul bulun” dedim. Tamam, “ben seni ararım” dedi. Bir ay sonra öğretmenim beni çağırttı. İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsü’nün öğrenci alacağını, gitmek isteyip istemediğimi sordu. Dünyalar benim olmuştu. Demirci İlköğretim Müdürlüğü’nde 4 öğrenci için mülakat yapıldı. Demirci’den Kızılçullu’ya o dönemde yalnız ben gitmiştim.
Kızılçullu’ya nasıl gittiniz ve ilk enstitü izlenimleriniz?
17 Nisan 1940 sonrası yapılan sınavı başararak 1 Haziran 1940’da enstitüye kayıt oldum. Demirciden İzmir’e kadar bir yük kamyonu bulmuştuk. Yüklerin üzerine oturarak babamla birlikte Kızılçullu’ya gelmiştim. Enstitü binalarında 1912’de Amerikan Koleji olarak yapılmış, İzmir’de o zamanlarda bu binalardan daha görkemli binalar yoktu. Eski elbiselerimiz çöpe atıldı, pijama, terlik, iç çamaşırı, çorap, havlu ve elbise verildi. Bizi banyoya gönderdiler. Ben terlik ve pijamayı ilk kez Kızılçullu’da gördüm. Başlangıçta bize 15 gün ortalarda dolaştık. Mutfak, temizlik gibi yerlerde görev verdiler. Belirli sayıda öğrencinin toparlanması bekleniyordu. Bazı öğrenciler bu durumdan mutsuz oldular. Biz buraya okumaya geldik, iş yapmaya değil diyerek okuldan kaçtılar. Sayımız 150’ye ulaşınca bizi çağırdılar. Bizim kaydımızı Zekeriya Tonguç yaptı. Bizden önce gelip ilkokul 5. sınıfı Kızılçullu’da okuyanlar ile birlikte 300 kişi olmuştuk. Bizi 6 şubeye böldüler. Eski öğrenciler A,B,C şubesi ve tümü erkekti. Yeni gelenler de D,E,F şubesini oluşturdular. Bizim sınıflar ise karmaydı. Haziranda başladığımız için ve tam yıl eğitim sürdüğü için benim enstitüdeki eğitim sürem 4,5 yıl oldu.
Eğitmenler ve çalışmaları hakkında düşünceleriniz nedir?
Demircinin 77 köyü vardı. 6 köy öğretmenli 35 köy de eğitmenler vardı. Çok başarılı idiler. Demirci eğitimde çok geri idi. Eğitmenler bu anlamda Demirci’de bir eğitim devrimi yaptılar. Onlar öğleye kadar çalışırlardı. Öğleden sonra kendi işlerine bakarlardı. “Ali” isimli bir kılavuz kitapları vardı. O kitapta ilk üç sınıf için ne yapacakları çok açık olarak belirtilmişti.
Müdürleriniz Emin Soysal ve Hamdi Akman ile ilgili değerlendirmeleriniz neydi?
1942’ye kadar Emin Soysal müdürdü. Sonra Hamdi Akman geldi. Emin Soysal ile 2 yıl beraber kaldık. Büyük binanın yanında Amerikan Koleji’nden kalan lojmanlar vardı. İlk ev onundu. Öğrencilere yakın değildi. Köy Enstitüleri sistemine yabancıydı. Resmiydi. Kıyafetlerimizi hiç beğenmezdi. O ütülü pantolonlu, kravatlı bir öğrenciden yanaydı. Akrabası olan ambar memurunun bir yolsuzluğu nedeniyle görevden alındığını duyardık. Soysal Köy Enstitüsü karşıtıydı. Bir bayramda bizlerin memleketlerine gitmesine izin vermemişti. Bizleri toplayarak “ Bitli köylünün bayramı mı olur?” diyerek bizi küçük gördüğünü dün gibi hatırlarım. Hamdi Akman Emin Soysal’ın tam zıttıydı. Yeni müdürümüz enstitünün yaşamına aynen uydu bizim giydiğimiz giysileri giydi. Golf pantolon, ayakta bot, çulaki kumaştan ceket. İzmir Valisi ile enstitünün bazı sorunlarını konuşmak için bile enstitü giysileriyle toplantıya gittiği ve önce bu giysilerden dolayı içeri alınmak istenmediğini duymuştuk o yıllarda. Türkçesi düzgün değildi. Öğrenciye yakındı. Cumartesi eleştiri toplantıları onun döneminde başladı. İsmet Paşa ve Yücel enstitümüzü ziyaret etmişlerdi. Bu ziyarette bütün öğrenciler bahçede toplanarak onların konuşmalarını dinlediğini hatırlıyorum. Her ikisi de bizlere köylülere önder olacak kutsal bir görev için eğitim aldığımızı söylediler. Daha sonra milli oyunlar oynayarak onları horona çağırmıştık. (Devamı haftaya)