İlyas-ı Habır MardinÎ * Nur Kartal

15.01.2014 / 00:00

Mardin, malumunuz Türkiye'nin; etnik çeşitliliğiyle yürekleri dolduran, adını her duyuşta insanın göğüs kafesinde bir takım dalgalanmalar yaratan, doğal güzellikleri ve mimarisiyle cezbeden, gezip görülesi bir zenginliği antik bir kent olarak da gurur tablosudur. Ayrıca Timur'un Anadolu'ya yaptığı fetih hareketinde almadığı ya da alamadığı tek yerin Mardin Kalesi olduğunu söyleyip asıl hikâyemize geçelim.

İlyas-ı Habır başlıktan da anlaşılacağı üzere Mardinli bir vatandaştır. Bir de bu bizim İlyas'ın Roma'da çalışan akrabaları vardır. Bir gün yurtdışına çıkmaya karar verir ve Roma'ya akrabalarını ziyarete gider. Akrabalarını bulup hasret giderdikten sonra akrabalarının işe gidişini fırsat bilip o da çıkıp ülkeyi gezmeye başlar. Yine bir gün ülkeyi dolaşırken yolu çiçekli, ağaçlı, yeşillikler içinde cennet bahçesi gibi güzel bir yere düşer. İçeriye girdiğinde ise bazı mezarlar görür. Bu mezarlar zihnimizdeki mezarlardan oldukça farklıdır gösterişli ve bin bir renk çiçeklerle süslü bir görünümdedir. Fakat İlyas-ı Habır için şaşırtıcı olan mezar taşları olur. Kimi mezar taşının üzerinde yirmi bir, kiminin otuz dört, kiminin ise on yedi gün gibi sayılar yazmaktadır. İtalyanca bilmeyen İlyas kıvrak zekasıyla bu sayıların mezarda yatanların yaşamıyla ilgili olduğunu anlar fakat asıl aklını kurcalayan bu mezarların boyları olur çünkü taşlarda yazılı süreler ancak birer bebeğin ömrü olabilir ki mezarların boyutları yetişkin insan boyundadır. Akşam evde bu olanları akrabalarına anlatır fakat onlar da bir anlam veremezler. Akrabalarının izin gününde hep birlikte gitmeye karar verirler. Gittiklerinde ise bekçiden olan biteni öğrenirler. Bekçi burasının özel bir mezarlık olduğunu ve buraya defnedilenlerin gerçek yaşları değil hayatta kaç gün mutlu oldukları yazılı der.”Kimi yirmi, kimi otuz gün mutlu olmuş hayatında fakat daha elli ikiyi geçen çıkmadı” der. İlyas'ın tatili biter ve memleketine döner. Gün gelip ölüm döşeğine düştüğünde ise mezar taşına yazılmak üzere oğullarına şöyle vasiyet eder:

” İlyas-ı Habır bitti,
Anasından doğru kabre gitti”
Anlaşıldığı gibi adamcağız ömründe bir kez bile mutlu olmamıştır.
Bilge yazar Zülfü Livaneli'nin Serenad kitabında bu öyküyü okuyunca ister istemez kendime de bu soruyu yönelttim.”Hayatta kaç gün mutlu oldum? “Yazar karakter aracılığıyla bu öyküyü duyduğunda gülümsediğini belirtse de bende aynı duygular uyandırmadı. Aksine hüzünlendim. İlyas'a üzüldüğümden falan da sanmayın hani.”Hayatta kaç gün mutlu oldum?” sorusuna net bir cevap veremememden.Ya hiç mutlu olmadım ya da sayıyla ölçütlenemeyecek kadar mutlu veyahut ki en acı olanı da bu ben bugüne kadar bomboş mu yaşadım.
Sonuç olarak başkasını gülümseten bu olay beni hüzünlü bir bilinmezliğe soktu. Ya sizi?
Zâtınıza hoş bakın.