Göreli Bir Tatmin Anlayışı * Nur Kartal

18.12.2013 / 00:00

Roman anlayışındaki gerçekçi akımın tahtını bireyselliğe devretmesiyle karşımıza çıkan Oğuz Atay üstadın bir sözüyle başlamak istiyorum bu haftaki yazıma.

Üstad, şaheseri Tutunamayanlar'da der ki:

“Bizi mutsuz sanıyorlar. Oysa biz mutsuz değiliz onlar boş yere bu kadar mutlu…”

İşte tam da bu nokta beni o kadar çok düşündürüyor ki… Niçin söylemiş ki bu sözü? Işıklı eğlence yerlerinde tatmin olmaya alışanlar anlayamaz maalesef… Anlayamayanı anlayamamak da bana düşen, oluyor.

Hemen aklıma yine Atay'dan bir söz dizgisi geliyor:

“Ben de herkes gibi günlük sevinçlerin, heyecanların akışına kapılıp gidemez miyim? Neden olaylar benim üzerimde silinmez izler bırakıyor? Kaderime lanet ediyorum.”

Kuşkusuz ki yazarın kelamının bu yönde olması “insan”dan ötürü. Hüzün kokulu edebiyat ehlinin isyanı ya kadere ya da vicdandan yoksun sevgiliye değil midir zaten?

Edebiyatın yegâne temel taşı da her yönüyle insandır elbette. İnsanı tanımlarken farklı bakış açılarına ve işaret ettiğimiz hedefe göre birçok cevap elde edebiliriz. Kimine göre en büyük sevgilinin yeryüzündeki tecellisi, kimine göre şeytanın ta kendisi, kimine göre ise iyilik abidesi veya kötülük abidesi vb. gibi birçok hedefe ulaşırız. Hedefe ulaşmak demek ise sonun başlangıcı demektir haliyle.

Hepimiz hayat nehrinde kaybolup giderek bir sona varırız; bu bizim için bir bitiş de olabilir, bir başlangıç da ve tabiî ki vuslat da. Birçoğumuz -ki bu hiç azımsanacak bir çoğunluk değildir- hiçbir zaman nehre karşı yüzmeyiz. Akıntıya karşı zorlanmak bize göre değildir. Mutlak bir rahatlık içinde varoluşta huzurlu adımlar atarak devam ederiz. Peki ya akıntıya karşı yüzenler… İşte bu noktada edebiyat devreye girer ve zirveye çıkar. Onlar bir takım davaların adamlarıdır ve bu yolda düşünce güçlerini zorlayarak üretirler. İnsanlık bu noktada biyolojik bir manada sıkışıp kalır. Var olmak (ki bu varlık kelimesi çok geniş bir tartışma konusudur onu sonraya bırakalım) tüketmekten geçiyormuş gibi davrandığımız şu günlerde özellikle genç neslin tüketme arzusuyla bencilleşerek, her şeye kolayca ulaşıp istediğini alamayınca da hüsrana uğrayarak ciddi kişilik sorunları yaşamaları sık karşılaştığımız bir durum. Haliyle her alanda bir takım üreten insanlara fesat duygularla yaklaşmamız kaçınılmaz oluyor. Hayatın her alanındaki amaçsız eleştirilerin sebebi de bu üretici ruhun varlığından kaynaklanmakta, düşüncesi akla gelmiyor değil. Gelenekle bağımızın iyice koptuğu şu günlerde okuyup, bilgi deryasına balıklama dalmak varken “hala bugün ne giysem”lerle, “falanca şunu giymiş”lerle, “son model arabam olsun havam olsun”larla uğraşıp duruyoruz.

Günümüz insanı kafasını bunlarla meşgul ederken kaybettiği değerlerin farkına varamamakta ve yok oluşun boşunalığın girdabında, hızla tüketirken, tükenmektedir.

Toplum olarak takındığımız bu tavrın tamamen ortadan kalkması mümkün gözükmüyor. Fakat bu yola baş koymuş bilinçli bireylere ve genç nesli yetiştirici ailelere ve öğretmenlere özellikle lise öğretmenlerine önemli bir görev düşüyor. Yeni neslin bilinçlenmesinde, toplumu bir ve beraber tutan Halk ürünlerinin tespit edilmesi, araştırmalarının çoğaltılması ve bu yolda genç neslin teşvik edilmesi yararlı olacaktır. En azından ilgi alanları kapitalist, emperyalist, egoist ülkelerin oyunlarında değil de kendi geleneklerini canlı tutmak yönünde gelişecektir. Dediğim gibi bu da bilinçli bir yönlendirme ve çalışmaların çoğaltılmasına ve bağlıdır.

Bana bunları düşündüren, sokakta tesadüfen rast geldiğim, hiç tanımadığım lise çağında olduğu besbelli iki öğrencinin sigarayla imtihanı ve hedef olarak yüz metre ilerideki barda eğlenme amacının yüzlerine yansıması olmuştur.

Televizyonda insanların kıyafetlerini yorumluyorlar ya hani “bu pantolonla bu gömlek olmaz, ayakkabı seçimi yanlış” gibi tabirlerle… Aslında bu bizim yüzümüze çarpan ucuz ve kısa ömürlü olguların sığ ve derin olana değişimi. Düşüncenin suç unsuru oluşu, vefanın ölüşü. Başarının onların deyimiyle vintage oluşu. Tazeye olan açlık ve bu açlığın dinmeyişi.

Aklıma Mehmet Âkif geliyor… Bir nesli düzelteyim derken kendi neslini hibe eden adam…
Diyor ya altıncı safahatta,
“Âsım'ın nesli diyordum ya… Nesilmiş gerçek
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek”
Umuttan bahsediyor.
Fedakârlıktan.