Çocukluk ve Okul Yılları

Çocukluk – Darülfünün Dönemi

Ailesi : Hasan Âli 17 Aralık 1897 de İstanbul'da doğmuştur. Babası Âli Rıza bey ve annesi Neyire hanımdır. Aile Sultan Selim semtinde büyükçe bir konağı diğer aile bireyleri ile birlikte paylaşmaktadır. Ekonomik olarak iyi sayılacak koşullara sahiptir.

Hasan Âli çocukluk yıllarında, mevlevi kültürünün, dini kuralların ve geleneklerin sürekli etkin olduğu bir sosyal çevre içerisinde yetişir. Aile kimi zaman tüm geceyi orada geçirdikleri "Yenikapı Mevlevihanesi"ni sık sık ziyaret eder. Mevlevihanenin şeyhi olan Celaleddin Dede Efendi ailenin dinle ve hayatla ilgili işlerde danışmanıdır. Küçük Hasan Âli'ye çok istediği için bir sikke yaptırır. Onun mevlevihanedeki ayinlere katılmasına izin verir. Mehmet Celaleddin efendinin bu törendeki sözleri çok ilginçtir.

''Bunlar bir gün şapka da giyecekler, ama biz onları göremeyeceğiz'' der. Hasan Âli tekkenin atmosferini sevmiş ve benimsemiştir.

"İnsanlar kibar, bahçesi ve avlusu büyük; herkesin hareketleri ölçülü ve sakin….içinde çocukların ve yetişkinlerin rahat nefes alabileceği bir yerdi" diye nitelemektedir.

OKUL DÖNEMİ

Yolgeçen Mektebi : Hasan Âli 4 yaşına iken başladığı bu okul ile ilgili şöyle demektedir.
”Bir taraftan öğretim usullerinin iptidailiği, diğer taraftan ne yaptığımızı, ne okuduğumuzu hiç bir surette bilmeyişimiz, küçük yaşta zekamızı ezmek şuurumuzu karartmak için kâfi sebeplerdi.”

Mektebi Osmani : 1906 yılında 9 yaşındaki Hasan Âli Mektebi Osmani'ye gönderilir. Onun son derece hoşuna giden bu okulda ilk kez tahta, harita ve sıralarla donatılmış bir sınıf görür. Her ders ayrı bir hoca tarafından okutulmaktadır. Müzik dersinden başka en çok sevdiği ve merak duyduğu dersler coğrafya ve Fransızca dır.

MEŞRUTİYETİN İLANI

11 yaşında bu tarihi gelişmeyi yaşayan Hasan Âli, herkes gibi şaşkındır. Bir mevlevihane ziyareti sırasında ''Hürriyet'' ve ''İttihat ve Terakki'' sözcüklerinin anlamını öğrenir ve şöyle yazar.
“Artık ben hürriyetin ne olduğunu anlamıştım….sıra anlatmaya gelmişti. Önüme gelene ne olduğumuzu, hürriyetin ne manaya geldiğini anlatmaya başladım. İttihat ve terakkiye sevgim o günlerden başlar.”
Hasan Âli beş yıllık bir eğitimden sonra Mektebi Osmani'yi alülala derece ile bitirir.

VEFA İDADİSİ

Hasan Âli 40 öğrencinin sınavla alındığı, ayrıca ücretli olan Vefa İdadisine girer. Bu okulda öğrenci iken ilk yazısı "Mektepli Dergisi"nde yayınlanır. "İntikam olsun" adlı bu yazıda Balkan bozgunu sonrası İstanbul'a göç eden muhacirlerin yaşantılarını ve sıkıntılarını işlemiştir.

Vefa Lisesi son sınıfta iken Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine askere çağrılır ve öğrenimine ara vermek zorunda kalır.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI YILLARI

Hasan Âli askerlik görevine Pendik'te yedek subay olarak başlar. Burada bir asker arkadaşının üstü olan Alman subay tarafından aşağılanmasına karşı çıkar. Bu davranışı ile dikkat çeken Hasan Âli'yi komutan kendisine yaver yapar. Böylece 120.000 Osmanlı askerinin şehit olduğu Çanakkale savaşlarına Hasan Âli bir tesadüf sonucu katılmamış olur.

Hasan Âli askerlikle ilgili gözlenimlerini şöyle dile getirir:
''Talimgâh benim için hakiki bir hayat üniversitesi oldu. Çocuk denecek yaşta girdiğimiz askerlik ocağında bize verilen en ağır işleri gördük. Orada çekiçle örs arasında farkında olmadan çelikleştik.''
Üç buçuk yıl süren bu dönem sonunda 2 Ararlık 1918 de ordudan terhis olur.

DARÜLFÜNUN DÖNEMİ

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra liselerin son sınıfından askere alınan tüm gençlere Darülfünunda öğrenimlerini tamamlama imkanı tanınır.

Hasan Âli önce Hukuk Fakültesine kaydolur. Ancak burada bir hocasıyla konularının anlaşılırlığı ile ilgili bir tartışmaya girer ve biraz da zorunlu olarak öğrenim dalını değiştirir ve kendi eğilimlerine daha uygun olan Edebiyat Fakültesinin Felsefe bölümüne kaydolur ve Darülmuallimin-i Âliye'nin öğrenci kadrosuna katılır. Bir yatılı okul niteliğinde olan bu yüksek öğretmen okulu Cağaloğlu'ndadır. Okul, Hasan Âli'nin ilk şiirlerinin de yayınlandığı "Dergah Dergisini" çıkaran "Tanin" matbaasına ve dönemin aydınlarının gittiği "İkbal Kıraathanesi"ne çok yakındır.

Bu sırada Hasan Âli "Akşam Gazetesi"nde çalışmaya başlar. Özellikle İnönü muharebeleri üzerine haber aktarır.

Hasan Âli cephe haberleri verenler arasında başta gelmektedir. Hasan Âli ile üniversitede tanışan Ahmet Hamdi Tanpınar bu dönem üzerine şunları yazar:
Hasan Âli'ye ait ilk hatıralarım arasında gazete dönüşlerinin mühim yeri vardır. Geceleri geç vakit ve daima havadisle dönerdi. Milli mücadelenin o sıkışık günlerine toplandığımız kahvelerde, yatakhanede, bize mütalaa salonu olarak ayrılan odada hep bu dönüşü beklerdik. Çünkü beraberinde en yeni cephe ve Ankara haberleriyle gelirdi. Yorgunluğunu, geceden çaldığı bu sohbet saatlerinde geçirmeden uyumazdı. Uyanması ise hakiki bir cümbüştü. Erken uyanırdı, hep birlikte uyanırdık. Garip, bulaşıcı denebilecek bir neşesi vardı. Sesinin güzelliği, konuşmasının rahatlığıyla küçük topluluğumuzda son söz, daima kendisinde olurdu. Konuşması bittiği zaman musikisi başlardı. Eski musikimizi ne derece bilirdi, bunu tayin edemem. Fakat birkaç dededen mevlevi bu İstanbul çocuğunun sesinde, bu musiki, akmaya hazır bir altın gibi daima mevcuttu. Şiirde olduğu gibi musikide de şaşılacak bir icat,daha doğrusu benimseme kabiliyeti vardı. Daha talebeliğimiz zamanında bir şarkısı İstanbul'un günlük hayatına girmişti. Bu şarkının başladığı “Sen bezmimize geldiğin akşam neler olmaz” mısraını hepimiz kendisi için tekrar edebilirdik. Çünkü bu kabına sığmaz adam neşesiyle, şakaları ve nükteleriyle, birdenbire köpüren hiddetli ve patavatsız cevaplarıyla en ağır havayı bile yumuşatmasını bilirdi.

Hasan Âli hocaları arasında özellikle Kurtuluş Savaşı sırasında Akşam gazetesindeki yazılarıyla "Kemalist Hareketi" destekleyen Necmettin Sadak'a büyük bir hayranlık ve saygı duyardı. Hasan Âli'yi günlük gazetelerde yazı yazmaya özendiren ve Akşam gazetesinde "Pazartesi Konuşmaları" adı altında, politika, eğitim, edebiyat ve felsefe üzerine görüşlerini içeren köşe yazıları yazmaya teşvik eden Necmettin Sadak olmuştur.

Hasan Âli kendisini bir gazetede yazı yazmaya yönelten etkenler üzerine şunları yazar.
"Milli davalarda zapt edilmemiş sıcak heyecanlar, edebi meselelerde olanı olduğu gibi görüp gösterme kaygısı, felsefi düşüncelerde hayatın kendisiyle vasıtasız temasa gelme kararı, bu yazıların vücut bulmasında bana hakim olan esastır. Hepsi için müşterek olan düşünüş tarzını, ait olduğum toplumsal yapının bir parçası olarak kendimi hissetmemde bulmaktayım. Hatta en geniş insani düşüncelere bile millet denilen varlığın özünden varılacağına inanıyorum. Her yazımda, yüreğimde canlanmış bulduğum Türklük hissi, dikkat edenler için kolayca rast gelinebilir bir vasıf halindedir sanırım."
Hasan Âli "Ruh ve Beden" üzerine yaptığı bir çalışmayla 1921 yılında üniversiteyi bitirir.