Çaya Vefa Borcu * Nur Kartal

26.02.2014 / 00:00
Nedense çayı çok severim.
İçmesini, bardaktaki asaletini, sıcacık taze ekmeğin yanında dururken attığı kuzguni bakışlarını.
Çay sevmeyen var mıdır? Elbette vardır. Hayat ne elimdir onlara, ne çetin.
Şu anda hatırlayamadığım bir yerlerde çay için “sigaranın karısı” yazıyordu. Kimisi de sigaranın yanına yakıştırır çayı. Yakıştırmayı geçer de hayat arkadaşı yapıverir.
Çay, en çok gevreğe yakışır bana göre. Bir miladı yoktur çayla gevreğin aşkının.
Lakin çayın bir miladı var elbette.
M.Ö. 2737 yılında Çin'de keşf olunmuştur, bu hakkında binlerce poetik dizeler yazılan, sohbetlerin katmeri; gizemli, sıcak sıvı.
Çin hükümdarlarından birisinin tesadüfen bir çay yaprağını sıcak suya düşürmesiyle kavuştuk çaya. Çay olunca demlikler de ortaya çıkmıştır haliyle. Çay ve demlik daha sonra Avrupa'yı da fethederler. Bu çay ve demlik gezmeye yeni yerler keşfetmeye pek alışmış ve kendilerini pek sevdirmiş olacak ki oradan Amerika'ya sıçrayıverir.
Her nerede olursa olsun çaya karşı duyuşsal bir anlam yüklememiş bir ülke, millet, topluluk yoktur, zannediyorum. Bir Amerikan dizisinde şöyle bir replik vardı:
“Dünyada şu an yüreğimdeki ona karşı olan nefreti dindirecek kadar çay yok.”
Çay işte…
Mutlulukta da var, nefreti dizginlemede de… Sohbetlerin baş tacı, yorgunluğun ilacı.
Çay dediğin berekettir, nezakettir, mutluluktur, paylaşımdır, sevinçtir, sıcaktır…
Çayın kalabalıkla arası iyi derler, kahveninse yalnızlıkla…
Kim bilir belki haftaya da kahveden bahsederiz, Şâzilî'den.
Ne demiş şair:
“Basit yaşayacaksın basit
Sanki bir gün sona erecekmiş gibi basit,
Çay, simit ve peynirle…”
O halde bu yazıyı “Es-sohbetü bilâ çay/ kes semâi bilâ ay.” diyerek bitirmemek olamazdı.