Bilgeler Ynetici Olmalıdır

Dr. Çağatay Üstün

Yaşı elliyi geçtiğinde Çin bilgesi, filozof ve siyasal yönetici Konfüçyüs önce bir kentin valiliğine daha sonra da adaletin işleyişinden sorumlu bir kurumun başına getirilmişti. Ancak bu görevi o dönemin siyasi çalkantıları nedeniyle kısa sürmüştü…
Konfüçyüs için verdiğimiz bu örnek kötü sonlansa bile bizleri biraz olsun umutlandırıyor. Demek ki hayalini kurduğumuz şey, yani bir bilgenin yönetici tayin edilmesi yüzyıllar öncesinde benimsenen bir tutummuş.
Düşünür Platon’un konu hakkındaki fikirleri daha da zengindi. Devlet isimli kurgusal ütopik eserinde bambaşka noktalara değinmişti. Kendisine toplumun nasıl huzur bulacağı sorulduğunda yanıtı Bilgeler kral olduğu zaman!… şeklindeydi. Herkesi şaşırtabilecek bu küçük cümle tarihsel süreç içerisinde hep göz ardı edildi. Siyaset ve politika ile uğraştığını iddia edenlerin ya da bu konuda adım atmaya kalkanların Platon’un öğretisinden haberleri yoktu. Belki de vardı da görmezlikten geliyorlardı. Bir toplumun önderi ancak bilge kişiler olabilirdi. Bilge sözcüğü filozofluk ile de eşdeğer tutulabilir ya da bilge olarak gerçek bilginin sahibi, etik ve ahlâk ilkelerini kendisinde toplamış ve yetişmiş bir insan anlamını çıkarmak da mümkündür. Platon’un Devlet kitabında geliştirdiği model doğruluk ve adalet sorunundan kökenle ortaya çıkmıştır. Devlet, toplumdaki düzeni sağlayabilmek için, temel değerlerden biri olan doğruluğu, herkesin kabul edeceği bir ilkeye oturtmak durumundadır. Bunu sağlayacak kişiler siyasetçiler olamaz. Çünkü siyasetçi nasıl siyaset yapılacağını bir oyun gibi anlamaya çalışırken ayrıntıları ve işin özünü kaçırır. Evet, ne yazık ki bugünün siyasetçileri ve politika ustaları aslında bir bilgenin yapması gerekenleri üstlenmiş oluyorlar. Yani, devletleri yönetmek! Bu kadar önemli ve sorumluluk isteyen bir görevin sadece siyasetçi olduğunu düşünen kişilerin yapmaya çalışması sığ sularda yüzmeye benziyor. Çünkü etik ve ahlâk felsefesi ile bilinçlenmiş birisinin fikirsel derinliği ancak devlet kavramının özüyle bütünleşebilir. O halde… O halde etik ve ahlâk ilkeleri yönetimlerin ana teması olmalıdır. Bunu bilge sağlayacaktır.
Bu yöndeki örneklerin azlığı bilgelerin yönetici olması konusunda haklılık gerekçesinin sona erdirilmesine neden olmamalıdır. Kolay mıdır bir bilge gibi yaşamaya ve çabalamaya çalışmak? Okurken ve yeni sentezlere ulaşırken vatanının en yüksek zirvelerde gezinmesini ister bilge. Kaç kişi vardır böyle? Varsa bile o insanların doğal isteği bilgi sahibi olmak ve bağlı bulundukları toplumun mutluluğu için uğraş vermektir. Bundandır ortada görülmemeleri, bundandır yadırganmaları.
Hindistan’ın Britanya’ya karşı verdiği bağımsızlık mücadelesinde ruhani ve siyasi lider olan Gandhi’nin (1868-1948) sözleri de bilge bir devlet adamının nasıl etkili olabileceğini gösterir niteliktedir. Söylediklerinize dikkat edin, düşüncelere dönüşür, düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür, duygularınıza dikkat edin, davranışlarınıza dönüşür, davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınıza dönüşür, alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerlerinize dönüşür, değerlerinize dikkat edin, karakterlerinize dönüşür, karakterlerinize dikkat edin, kaderinize dönüşür…Bu arada Gandhi’nin Atatürk’ün başlattığı Kurtuluş Savaşına destek verdiğini ve onun fikirlerinin üçüncü dünya ülkelerine ışık tutacağını ifade ettiğini hatırlatmadan geçmemeliyiz.
Şimdi biraz daha rahatlayarak düşüncelerimizi zenginleştirelim. Gerçekten de etik ve ahlâkî öğretilere saygı duymuş, bu bilimin varlığına gönülden inanmış bir kişi her hangi bir yönetimsel kademede görev alsa neler olurdu? Böylesi önemli bir görevi bu tip bir kişinin üstlenmesinin sosyal, kültürel, siyasal sonuçları ne şekilde gelişim gösterirdi? Bunu biraz da kendi çalışma alanım ve ilkelerim açısından kişileştirerek ortaya çıkacak sonuçları olasılıklar açısından değerlendirmeye çalışacağım. Eğer bir bilge yönetici olursa…
-Bu yöneticinin görevli bulunduğu kademede “Her şeye rağmen etik” söyleminden vazgeçmeden görevini kararlılıkla sürdüreceğinden emin olabilirsiniz. Çevresinde kendisini bu yoldan saptırmak isteyenler varsa bunları görevden alacak, yerine çalışkan, bilgili ve etik ilkelere sahip kişileri tayin edecektir.
-Yönetimde bulunduğu sürece etik ve ahlâkî kriterlere uygun bir yöneticinin nasıl olması gerektiğini bildiğinden dolayı duyarlı, şefkatli ama ciddi ve kararlı tavrını koruyacak, bundan ödün vermeyecektir.
-Toplumun en küçük birimi olan aileden başlayarak diğer üst kesimlere kadar uzanan bir çizgide eğitime önem verecek, bu eğitimin özellikle etik ve ahlâk motifleriyle bezenmiş olmasına dikkat edecektir.
-Eğer elinde yetkileri varsa (ki mutlaka belli yetkileri olacaktır) yöneticilik yaptığı yerin düzenini hukukî prensiplerden önce etik ve ahlâkî prensiplere göre yeniden oluşturacaktır.
-Politikanın etiğin emrine verilmesini sağlayacak önlemleri alacak, etiği asla politikanın yozlaştırıcı yaklaşımlarına alet etmeyecektir.
-Oturan değil, sorunu yerinde bizzat gidip gören, izleyen, sonuca ulaşması için uğraşısını sürdüren, bu amaç uğruna kendi sosyal yaşamından gerekirse fedakarlık eden bir kişi olacağından ötürü, etkisinin bulunduğu yerlerde toplumsal yaşamın içinde belirgin ve olumlu düzelmeler yaşandığı rahatlıkla görülecektir.
-Kibirden uzak duracak, sözüne sadık kalacak ve yönetimi süresince “ben söylemedim” ya da “ben öyle demek istememiştim” gibilerinden tavırlar ve söylemler içerisine girmeyecek, böylece bir güven ortamının oluşmasını sağlayacaktır.
-Doğru olan şeyi gördüğü zaman bunu yapmamanın cesaretsizlik ve zayıflık olacağına inandığından ötürü doğruluk topluma hâkim bir değer haline dönüşecektir.
-Merhamet ve hayırseverlik onun önem verdiği konuların başında gelmektedir. Onun yönetiminde insanların sebepsiz yere ıstırap ve acı çekmeleri oldukça zordur. Hele bir yönetici olarak kendisi bu ıstırap ve acının asla sahibi olmayacaktır.
-Adaleti öncelikle etik ve ahlâkî sistemin varlığı ile sağlamayı deneyeceğinden dolayı adaletsizlik kavramı giderek anlamını yitirmeye başlayacaktır.
-Yönetimde bulunduğu sürede ihtiyacı olanlar için eli açık davranırken bunu asla aşırılığa kaçmadan gerçekleştirecek ve böylece maddi konularda bir açmaza girilmesi söz konusu olmayacaktır.
-Dinlemeden ve iyice ölçüp biçmeden karar vermeyecek, kararı ancak bundan sonra alacaktır. Bunun sonucunu ise gaddarca ve ön yargılı olmayan bir yönetim şekliyle bütünleştirecektir.
-Bilgiye, bilmeye ve tanımaya değer verecektir. Cahillik hüküm sürmeyecek, cahilce işler yapılmasına izin vermeyecektir.
-Örnek teşkil eden tavırlarını devam ettirdikçe belli bir sadakatin doğması kaçınılmaz olacak, kendisini toplumuna sevdirecek ve bağlı kılacaktır.
-Saygınlığı ve iyiliği elinden bırakmayacak ve böylece yönetiminde bulunduğu kişilerin de iyiliği savunmalarına ve benimsemelerine olanak tanıyacaktır.
-Yönetirken erdemli ve olgun insan olmaya çalışma ilkesini terk etmeyecektir.
Bu benzeri söylemlerin yer aldığı ya da buna benzeyen bir ülke var mıdır ya da olmuş mudur diye hiç düşünmeyin. Çünkü Türkiye’de, Atatürk’ün 15 yıl içinde yaptıkları burada bahsettiklerimden farklı değildi. Onun farklı, apayrı bir insan, devlet adamı ve komutan olduğunu biliyoruz. Fakat onda başka özellikler de vardı insanlığın kavramakta zorlandığı. O doğuştan bilge özelliklere sahipti… Bu anlamda her zaman Atatürk’ün bilge yönünü zenginleştirmek gerektiğine inandım. Olayın etik ve ahlaki boyutunu irdeleyecek yaklaşımları desteklemek ve geliştirmek gerektiğini kendi kendime tekrarladım. Acaba benim de kurgusal bir öyküm olabilir mi? Türkiye’nin çağdaş ve modern çizgide varlığını sürdürmesinde Atatürk öğretisini içinde özümsemiş ve benimsemiş bir kişi olarak rolüm var mıdır? Bunu zaman gösterecektir…
Amaç, toplumun bir bütün içinde dirlik ve düzenini bozan her türlü dış ve yabancı etkiye karşı var olmuş fikirleri yeni sentezlere dönüşecektir. Bilge toplumun iç dinamiklerinin zedelenmesinden kaygı duyar. Önündeki güzel örnekleri adeta tekrar yaşayarak yaşatmaya çabalar. Politika bir yönetme sanatı gibi gösterilse de, bilge kalpleri ve düşünceleri kazanma yoluna gitmek ister. Bu tavırsal benzerlik Atatürk tarafından da sıklıkla irdelenmiştir.
Şimdi aklınıza şu düşünce takılabilir. Bilge sadece bilgi ile uğraşmalı, düşünceler üretmeli ve siyasetin getirdiği çirkinliklerin içinde olmamalıdır… Fakat bunun ile konumuzun bir ilgisi yoktur. Çünkü zaten bilge siyasetin içine girmez. O siyaset üstü bir kişi gibi davranarak böyle bir oyunun oyuncağı olmaya izin vermez. Onun yönetimdeki yaklaşımı ilk öncelikle saygıdır. Bilge bu saygıyı saygınlık şekline çevirirken insanlar yüzyıllardır özlemle aradıkları bir tarzı bulduklarından ötürü siyasetçilerin kendilerine özgü yaklaşım biçimlerini kendiliğinden terk edeceklerdir. Dünyanın içinde bulunduğu şu anki halin bununla çeliştiğini söyleyenler olabilir. Ama bunlar boş laflardan ibarettir. Çünkü şu anki dünya ülkelerini yönetenler bilge değildir. Dünya toplumları bilge yöneticilere susamıştır adeta.
Politika’nın çok yüzlülüğü içinde bilge tek olarak görünecek ve ilk ödevinin önce bağlı olduğu vatanı sonra da tüm dünyayı yanıltmamak olduğundan yola çıkarak arzulanan ve istenen hedefe varacaktır.
Araya zaman girince çoğumuz unutmuşuz. Bir zamanlar Türkiye Cumhuriyeti bir bilge tarafından yönetildi. Hem de hiç siyaset yapılmadan, hiçbir çıkar çatışması olmadan. Bu bilge Atatürk idi. Onun benim ardımdan takipçiler gelecek diye haber verdiği müjdenin gerçek olacağı gün mutlaka yaşanmalıdır.
Türk milleti diğer bütün dünya milletlerinden farklı olarak ve onlara 20. yüzyılın başlarında ispatladığı gibi yine bilge ya da bilgeler tarafından yönetilmelidir. (Denizce Sitesinden alınmıştır)