Aramızdan Ayrılışının 18. Yılında Uğur Mumcu

Ve kavga bittiği zaman / Ne çiftlik sahibi oldu ne apartman/Kavgadan önce Kartal?da bahçıvandı/Kavgadan sonra Kartal?da bahçıvan Nazım Hikmet?in bu dizeleri Uğur Mumcu?nun Gözlem köşesinde sık sık kullandığı ,özellikle Milliyet Gazetesi?nden okuyucularının tepkisi sonrası arkadaşlarıyla Cumhuriyet?e döndüğü gün yazdığı yazıda kullanmıştı. Mumcu, Nazım?ın dizeleriyle adeta gazetecilik etik dersi veriyordu. Uğur Mumcu; 22 Ağustos 1942 tarihinde Kırşehir'de Tapu Kadastro memuru Hakkı Şinasi Bey ile Nadire Hanımın dört çocuğunun üçüncüsü olarak dünyaya gelmiş ve 24 Ocak 1993 tarihinde arabasına bırakılmış hain bir patlayıcı ile bizden çalınmış bir aydın, bir gazeteci ve bir yurtseverdir. Mumcu, 51 yıllık dolu dolu emek ve mücadelelerle yaşamış, toplumun vicdanı olmuş bir aydındır.Uğur Mumcu ile 1982 Kasım-Aralık döneminde dört kez görüşmüştük. 1982 yılında, Konya Selçuk Üniversitesi'nde 30 asistan arkadaşımla birlikte taşıdığımız sol-Kemalist düşünceler nedeniyle görevimize son verilmişti. Ankara'da halimizi anlayacak, derdimizi anlatabileceğimiz, konuşabileceğimiz, bu işleme itiraz edebileceğimiz kişi ve kurumlar yoktu. Her yer kapalıydı. Açık olan sadece Cumhuriyet Gazetesi idi. O tarihlerde Cumhuriyet Gazetesi ve Uğur Mumcu bize kapılarını açtı. Bize yapılan haksız uygulamalarla ilgili iki kez köşesinde yazılar yazdı. Mumcu; yaşamıyla, duruşuyla, kararlı bir demokrattı. 12 Eylül'ün zor ve karanlık anlarında ışık ve nefes olarak sadece Uğur Mumcu vardı. O nedenle Uğur Mumcu?nun tüm aydınların, ilericilerin, Cumhuriyetçilerin yüreğinde özel bir yeri vardır. Kaybının 18. yılında, Sayın Uğur Mumcu'ya bu satırlardan kırmızı karanfiller gönderiyorum?
Bu yazıyı yazmadan önce günümüzdeki algılamaları öğrenmek için bir lisansüstü öğrencime Uğur Mumcu?yu sordum: ?Ben Ortaca?lıyım. 24 Ocak 1993?te 11 yaşındaydım. Babam işçiydi. Uğur Mumcu?nun kaybı nedeniyle 2 gün boyunca babam ağladı. Ortaca?dan Ankara?ya gidenler oldu.? diyerek yanıtladı. Çok yakın bir arkadaşım ise: ?24 Ocak 1993 tarihinde Uğur Mumcu?yu kaybettiğimizde ailecek bir yakınımızı, canımızı, yol arkadaşımızı kaybetmişlik duygusu içindeydik.? diyerek 24 Ocak 1993 tarihindeki ve günümüzdeki algılamaları bize yansıtıyorlardı.

Mumcu 18 yıldır aramızda yok. Katilleri yakalandı mı? Hayır? Ailesi ve avukatları 24 Ocak 2011 tarihinde tekrar adliyede suç duyurusunda bulundular: ?Açıkladığımız nedenlerle ?Mumcu Suikastı? düzenleyicilerinden yargı karşısına çıkarılamayan suçun asli failleri ve azmettiricileri hakkında yürütülen soruşturma ve kavuşturmada ihmali görülen yetkililer hakkında cezalandırılmaları istemiyle suç duyurusunda bulunuyoruz.? diyerek katilleri aramaya devam ediyorlar. Sabahattin Ali, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil, Abdi İpekçi, Ümit Kaftancıoğlu, Prof. Dr. Ümit Doğanay, Doç. Dr. Bahriye Üçok, Hrant Dink ve pek çok aydınımız öldürülmesi hep faali kaldı. Katiller bir türlü yakalanamadı, yakalansalar da yargılamalar karatıldı, sonuçlandırılamıyor. İktidarda olup da söz verenler, sözlerini yerine getiremediler. ?Türkiye; katilleri yakalamayan-onları yargılamayan bir ?siyasî cinayetler ülkesi? oldu? Bu cinayetler aydınlanmadan ülkenin vicdanı aklanmayacak ve gerçek anlamda demokratik-hukuk devleti olamayacağız. Türkiye bu noktaya nasıl geldi. Cumhuriyetin ilk kırılması 1946 yılında oldu. Sabahattin Ali öldürüldü, Tan Gazetesi yakıldı, Yücel ve Tonguç görevden alındı. Dönemin önemli tanığı Fakir Baykurt: ??Dünya inişli yokuşlu denir. Üçten dörde geçtik. Ankara?nın rüzgarları döndü. Yücel?i, Tonguç?u görevlerinden uzaklaştırdılar. Savaş bitti, bir başka savaş başladı sanki: Enstitülerde solculuk yapılıyormuş da, zararlı kitaplar okunuyormuş da, kız-erkek bir arada okumak Türk töresine aykırıymış da; a!Aaa!. Kızlar önce ayrı sınıflara, sonra ayrı enstitülere. Anlaşılmaz sıkılıklar başladı. Müdürümüz değişti, öğretmenler ayıklandı. Sık sık dolaplar aranıyor, kitaplarımız alınıyor. Enstitüleri kuranlar kötüleniyor?? diyerek o yılları anlatır. Yine bir başka Köy Enstitülü öğretmen Lemanser Sükan : ?15 Eylül 1952 tarihinde izinden döndüğümde, okul kapılarının kapalı olduğunu ve önünde iki silahlı askerin beklediğini görünce şaşırdım. Benim gibi yeni gelen 14 öğrenci daha vardı. Onlar da bavullarını koymuşlar bekliyorlardı. Kapının üzerindeki ?Kızılçullu Köy Enstitüsü? yazısı kaldırılmış, kocaman ?Nato Karargahı? yazılı tabela asılmıştı.? diyerek dönemin değişen rüzgarlarını ?Memleket Yolları? adlı kitabına taşıyordu. Ülke; ABD ve NATO işbirliğine yönelmişti. Devrimci Cumhuriyet ilk kırılmasını yaşıyordu.
Uğur Mumcu 1973 yılında Tuzla Piyade Okulunda 10 Ocak'a kadar süren üç aylık eğitimden sonra, okul yönetimi tarafından “kötü hal ve düşünce sahibi” diye suçlanarak “er” olarak çıkarılıp Patnos'a yollandı. Bu yeni durum ile ilgili Mumcu: “Evet, evet ne olursa olsun, ben Patnos dağlarında halk çocuklarıyla er olarak askerlik yapmayı, emekli olduktan sonra siyasal iktidarın uzattığı yönetim kurullarında, on binlerce lira para alan orgeneral olmaya değişmem!” değerlendirmesini onurla yapıyordu. 1978 yılında ?Sakıncalı Piyade? adlı yapıtını, Rutkay Aziz ile birlikte, tiyatroya uyarladı. Sakıncalı Piyade ilk olarak Ankara Sanat Tiyatrosu'nca (AST) sahneye kondu ve 700 kez sahnelendi.

Uğur Mumcu emekten yana solcu bir aydındı. 12 Eylül?e çok kısa bir süre kala Gözlem?de yazdığı yazıda: ?Türkiye?deki kavga Kürt ile Türk?ün, inananla, inanmayanın, Sünni ile Alevi?nin kavgası değil, egemen sınıflarla emekçilerin kavgasıdır. Ve bu çelişkilerle yaşadığımız olaylar, faşist diktatörlük için kolları sıvayanların kanlı saldırılarıyla biçimlenmektedir?? değerlendirmesini yapar. Kısa süre sonra da 12 Eylül 1980 darbesi olur. Uğur Mumcu?nun yazılarında ironi, sadelik ve açıklık öne çıkar. Bir makalesinde ?Anayasamız sosyalizme kapalı, memleketimiz yabancı sermayeye açıktır. Amerika bizim canımız, feda olsun kanımız…? diyerek ABD karşıtlığını dile getirir. Mumcu gerçek bir gazetecidir. Gazetecilerin özel iş yapmalarına, gazete patronlarının ulağı olmalarına itiraz eder. 25 Mart 1981 tarihli yazısında ?Gazetelerin, işadamları ve müteahhitler eliyle basın dışı alanlardaki kazanç kapılarının kalkanı olarak kullanılması, hiç şüphesis, basın özgürlüğü için çok olumsuz bir gelişme olmuştur? Gazetecinin bu görevini yapabilmesi için habere, olaya, olguya, belgeye ve bilgiye dayalı yazılar yazması gerekir. Bunun için de gazetecinin güvenilir kişi olması zorunludur. Sır saklayan, haber ve bilgi kaynağını gizlemesini bilen, gerektiğinde hükümetlere ve güç odaklarına karşı savaşmayı göze alan insan, gazetecidir. Günümüzde sarı basın kartlarının ardına gizlenip devlet kapılarında ve belediyelerde ?ihale takip eden?, bankalardan aldık­ları kredilerle milyarlar vuran, düzmece belgelerle gazetelerini ve devleti dolandıranlar da var. ? değerlendirmesini yapar.Uğur Mumcu Köy Enstitülerinin dostuydu. 17 Nisan 1990 tarihinde Köy Enstitülerinin 50. Kuruluş Kutlaması Selim Sırrı Tarcan Spor Salonunda yapılır. Mumcu o toplantıda : ?Hasan Âli Yücel, bugün bakıyoruz, bugün yeniden değerlendiriyoruz, oğlu Can Yücel?in şiirinde yazdığı gibi; ?Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi?, gerçekten bu toplumun özlediği hümanist, ilerici bir aydın. Hakkı Tonguç ise, bir sosyalist aydın. Ve ikisi sırt sırta veriyorlar ve Köy Enstitülerini kuruyorlar, yaşatıyorlar. Köy Enstitüleri sadece bir eğitim sistemi değil, bir toplumsal düzen, toprak devrimiyle, toprak reformuyla eş anlamda yürütülmesi gereken bir sistem, toplumsal dokuyu değiştirecek bir sistem? İşçisiyle, köylüsüyle, emekçi halkımızla emekçiler iktidar olacak. Hiç umutsuz olmayalım. Bugünlerin karamsar ortamından ürkmeyelim. Nasıl Kurtuluş Savaşı yapılmışsa, bizler de demokrasi için, özgürlük için barışçı yol ve yöntemlerle halka bütün bu sorunlarımızı anlatacağız. Engeller olacak, engelleri aşacağız. Hepimiz, işçisiyle, köylüsüyle Galatasaray Lisesi?nde paralı yatılı, Kartal Maltepe Cezaevi?nde parasız yatılı okuyan Ali Sirmen gibi arkadaşlarımızla… Ben Aziz Nesin?leri gördükçe, ben Bahri Savcı?ları gördükçe, ben Tarık Zafer Tunaya?ları gördükçe, ben Mehmet Ali Aybar?ları gördükçe, Muammer Aksoy?ları gördükçe, kendi kuşağımdan utanıyorum. Bizler genç değiliz. O ak saçlı delikanlılar gençtir. Hepsini saygıyla selamlıyorum. Düğme ilikliyorum önlerinde.? diyerek umudu yeşertiyordu.Cumhuriyetin 2. Kırılması 12 Eylül 1980 tarihinde yaşandı. Küreselleşme rüzgarlarının egemen olmasıyla ?piyasalaşma ve dinselleştirme? her alanda etkili oldu. Küresel Güçler ve yerli ortaklarıyla ülkenin yeniden dizaynı projesi yürürlüğe kondu. Bu arada sol-Kemalist aydınlar siyasi cinayetlere kurban edildi. Ülkede korku kültürü egemen oldu.Aramızdan ayrılışının 18. Yılında bulunamayan katillerine rağmen Mumcu; karşı duruşun, bağımsız, aydınlık ve demokrat bir Türkiye arayışlarının, hukuk devletinin, ürettiği kitaplarla büyük bir öngörünün aydınlık sesi olarak onurla yüreklerimizde, belleklerimizde yaşamaya devam ediyor. Anısına Saygıyla?