Çelişkiler Ülkesi Türkiye'de Aydınlığı Aramak… * Kemal Kocabaş

     Türkiye derin çelişkiler ülkesi… En iyi okul ile en kötü okul arasındaki standart sapmanın  en büyük olduğu bir ülke, ulusal gelirden ilk %20 luk dilim ile en  yoksul %20 lik dilim arasındaki farkın  en büyük olduğu bir ülke, insani gelişmişlik düzeyi en düşük ülkelerden biri,  trafik kazalarının en yoğun yaşandığı ve can kaybının en çok olduğu  bir ülke, kadın cinayetlerinin son yıllarda en çok arttığı bir ülke… Bunlar daha da çoğaltılabilir. Sonuç; çelişkilerin, adaletsizliklerin, eşitsizliklerin sarmaladığı  bir Türkiye.

Soma'da 301 emekçiyi kaybettik altı ay önce. Uygulanan ekonomik politikalarla bitirilen bir tarım ve yer altına mahkum edilen Somalı yoksul halk çocukları “ekmek ve aş” adına tüm yaşam umutlarını yer altında bıraktılar. Vahşi kapitalizmin kar hırsı, iktidarın himayesinde, denetlenmeyen maden ocakları, bilimsel ve teknolojik gelişmelere yatırım yapmayan işletmeciler ve sonuçta toprak altında kaybettiğimiz canlar, bu ülkenin çocukları… Daha Soma'nın acıları, yaraları sarılmadan  Ermenek'te yine bir maden kazası ve 18 yoksul köy çocuğu yaklaşık 10 gündür toprak altında. Oğlu madende kalan ve televizyonlarda “Oğlum yüzme bilmiyor” diye çırpınan, ağlayan, hepimizin içini titreten  yaşlı, yoksul teyzenin yüreğindeki acı yüzüne ve sesine yansıyordu. Ermenek'teki maden ocağının  çalışma koşullarının çok ilkel olduğunu,  teknolojinin çok gerisinde bir ocak olduğunu  ifade eden Çalışma Bakanı Çelik “Ben olsaydım buraya işletme ruhsatı vermezdim ” açıklamasını yaparken  bu ocağın açık kalması  için  50 ricacının siyaset kurumuna baskısı basına yansıyordu. Sonuç; hala ulaşılamayan 18 yoksul can ve olayı  soruşturan başsavcının işletme sahibinin evinde kiracı olma gerçeği …  Bilim ve akıl dışılık  rakamlara da yansıyor. Çin'de milyon ton başına düşen işçi ölümü 1.27 iken Türkiye'de bu oran  7.2 olmuş durumda… Türkiye bunu hak etmiyor…Ermenek acısı yaşanırken Yalvaç'ta elma toplamaya giden, normal sayının iki katı işçi doldurulan minibüsün devrilmesi ve kaybedilen çoğu kadın yaklaşık 20 emekçi köylü… Yine İstanbul'da yere çakılan asansörde kaybettiğimiz inşaat işçilerinin acısı, yüreklerimizde bıraktığı yangın…

Tüm bu yaşananlar elbette ki “kader” değildir ve  “işin  fıtratında” da asla yoktur. Dünya kömür üretiminde birinci sıradaki Almanya'da kömür madenlerinde işçi ölümü-kazası yok. Çünkü orada bilim ve teknolojiye verilen önem var. Hayatın her alanında akıl ve bilimin yol göstericiliği,  işletme kurmak için bilimsel ölçütler var. Siyaset kurumunun ricacıları yok. Bağımsız, bilimsel denetlemeler yapan kuruluşlar var. Sorun burada… Türkiye akıl ve bilimden uzaklaştıkça bu kazalar artıyor.  Türkiye'de eğitim niteliğini kaybettikçe, eğitimi din ile  harmanladıkça, bilimden uzaklaştıkça, kaderci-sorgulamayan bir iklim hayatımıza egemen oluyor.   Siyaset kurumu kendini batılı ölçütlerle yenilemediği sürece   “kader” diyerek adlandırılarak üstü örtülen bu olaylar hızla devam edecek ve ülkenin yoksullarını  “aş-ekmek” uğruna  kaybetmeye devam edeceğiz. Bunu kabul etmek, bunu sürdürmek insani de  değil, vicdani de değil.

O halde ne yapmalıyız? Bu soru seçimlere giderken tüm yurttaşların sorması ve tartışması gereken  bir sorudur. Türkiye  bin odalı saraylar ve kazalar çelişkisi arasında aydınlığı, iyiyi, güzeli, doğruyu, vicdanlı olanı aramak zorunda. Ülkenin tüm demokratik örgütleri, düşünen insanları  ezberleri bozarak bu seçimlerde bir umut programını, yeniden akıl ve bilimi, eşitlikçi, demokratik bir toplumu, hukuk devleti arayışında halkın anlayabileceği açık ve net  bir programı topluma sunmalıdır. Yurttaşların “demokrasi hakkı, yaşama hakkı, eğitim hakkı, sağlık hakkı ve çevre hakkı”nı öne çıkaran politikalar ve söylemler öne çıkmalıdır. Türkiye, bu seçimlerde aslında  bir Ortadoğu ülkesi mi olacak, batılı bir ülke mi olacak? Kararını verecek. Seçimler o nedenle çok önemli…

Bir yurttaş, bir aydın olarak seçimlerde demokratik bir ülke, hukuk devleti özlemini dile getiren muhalefetin, iktidara geldiğinde “yaşama hakkı” adına “Nasıl bir maden işletmeciliği, maden işletmeciliğinde taşeronlaşma ve güvenlik, özelliştirme”   konusunda açık ve net bir söylemi olmalıdır. Yine “eğitim hakkı” adına topluma “yoksullar ve kız öğrencilere yönelik pozitif ayrımcı,  laik-demokratik-bilimsel bir eğitim sistemi” modelini mutlaka sunmalıdır. Dinin eğitim  yoluyla araçsallaştırılmasını hayır diyerek din kurumunun saygınlığını yeniden sağlamalıdır.    Yine “adalet-demokrasi” hakkı adına bağımsız yargılama, hukukun üstünlüğünü öne çıkaracak  “hukuk reformu” önerisi topluma sunmalıdır.

Can Dündar 31 Ekim 2014 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki “Faziletin Ölümü” başlıklı yazısında Ermenek kazasını yorumlayarak  “Türkiye'de 1 milyar doların üzerinde serveti olan aile sayısı 10 yılda 24'ten 57'ye çıktı.Aynı Türkiye, ölümlü iş kazalarında Avrupa'da 1., dünyada 3. sıraya çıktı.Anlamı şu:Ölerek, öldürerek zenginleştiriyoruz.Kölelik düzeninde, enkaz üzerinde bir servet büyütüyoruz.VeErdoğan, 29 Ekim konuşmasında,”TürkiyeCumhuriyeti, 77 milyonun cumhuriyetidir. Her bir ferdibilaistisna bu Cumhuriyetinöz evladıdır”diyor.Öyle hissedip hissetmediklerini, göçmüş madenlerin, çökmüş inşaatların, yere çakılmış asansörlerin yetimlerine, dullarına sormak lazım. Biz yine  Babanzade'nin kitabından, altı çizilmiş bir cümleyle bitirelim:
“Zorba hükümetler,ne şekilde olursa olsun,payidar olamaz, ayaktakalamazlar.”

Türkiye'nin demokratik güçleri, demokratik muhalefeti, önümüzdeki seçimlerde hiç kimseyi ötelemeden, dayanışmayla  ve yeni sözler söyleyerek Cumhuriyeti geliştiren yeni bir sol söylemle, insan merkezli programlarla  ülkeyi aydınlığa taşımanın yollarını mutlaka bulmalıdır? Ne dersiniz?