Türkiye'de Eğitim ve Bazı Rakamlar * Kemal Kocabaş

24 Ekim 2014, Cuma, 9:20 |
Türkiye yine kaotik bir süreç yaşıyor. Suriye sınırımızda yoğun, sıcak hareketlilik yaşanırken, olaylar karşısında siyasal iktidarın net bir tutum sergileyememesi ve buna dayalı tartışmalar gündemde yerini alıyor. Tüm bu süreçler yaşanırken eğitim dünyamızın dinselleştirilmesine yönelik çabalar da hızla  devam ediyor ve medyada da yer alıyor. Türkiye; laik, demokratik, bilimsel eğitim rotasından hızlı bir şekilde ayrılıyor. Ortaöğretime baş örtüsü kararı, okullara zorunlu mescit kararı, eğitim kadrolarında yaşanan yandaş-gerici kadrolaşma, sesi çıkmayan, ışığını kaybetmiş üniversiteler bu sürecin önemli göstergeleri. Genel seçimlere az bir zaman kala, eğitim gibi ülkenin en önemli sorununu ülke gündemine katmaya, tartışmaya devam edeceğiz.

Türkiye;  toplumsal eşitsizliklerin yoğun yaşandığı bir ülke. Eğitimde yaşanan bölgesel, sınıfsal ve cinsiyete dayalı eşitsizlikler, insanlarımızın eğitim hakkına ulaşmasında büyük engel. Küreselleşme rüzgarlarının arkasına takıldıkça, sosyal devlet anlayışını kaybettikçe, öğrenciyi müşteri gören piyasacı anlayışı eğitim paradigmasının içine kattıkça, eğitim evrensel insani-hümanist  doğasından kopuyor, dönüştürücü işlevini kaybediyor. Yakın bir zamanda UNDP (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı) 2014 yılında hazırladığı “İnsani Gelişmişlik Raporu” yayınlandı. Bu rapora göre Türkiye, dünyanın 17. büyük ekonomisine sahip ve insani gelişmişlik düzeyinde ise 69. sırada… Yani, ekonomik gelişmeyle uyumlu olmayan, paralel gelişemeyen sosyal gelişmişlik ve sonuçta da insani gelişmişlikte “sınıfta kalmış” olmak.

İnsani gelişmişlik düzeyi ülkenin insanlara sağladığı sosyal gelişmişlik üzerinde yoğunlaşarak tanımlanıyor. Bu rakam sadece ekonomik girdiler değil, sosyal göstergeleri saptayarak insani gelişmişlik endeksinin hesaplanmasını öngörüyor. Türkiye sonuçları ekonomideki rakamsal gelişmenin yaşam kalitesi, eğitim, sağlık gibi konularda ülkenin yetersizliğinin somut bir kanıtı. Ekonomik büyüklük olarak Türkiye'den çok geri olan Uruguay, Bahamalar, Belarus, Romanya ve Libya insani gelişmişlikte Türkiye'den daha iyi konumdalar. İnsani gelişmişlikte ilk beş sırada “Norveç, Avustralya, İsviçre,  Hollanda ve ABD” var.

Bu rapora göre, Türkiye'de ortalama eğitim süresi ise 7.6 yıl olarak veriliyor. Üç yıl önce bu rakam 6.8 yıl idi. Bu artışın ardında zorunlu sekiz yıllık kesintisiz eğitimin olduğu çok açık… Bu rakam Bulgaristan'da 10.6, Rusya'da 11.7, Romanya'da 10.7 ve Kore'de 11.8 yıl. Türkiye, ortalama 7.6 yıl ile bile çoğu ülkenin çok gerisinde… Bir başka rakam, Eğitim Harcaması/GSYH oranında Türkiye 3.8 rakamıyla eğitime en az kaynak ayıran ülke. OECD ortalaması 5.6 ve en yüksek kaynak ayıran Norveç 8.8, Danimarka ise 8.7. (Kaynak: OECD Veri Tabanı-2014).

17 Ekim 2014 tarihli Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji ekinde, Bayram Ali Eşiyok bu  rakamlara bakarak,  “Türkiye'de devlet bireylerin en temel ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalıyor. Yoksulluk ve yoksunluk duygusu içerisindeki bireyler enformel kanallarla savunma biçimlerine yöneliyorlar ve bu gelişme demokrasinin gelişme dinamiklerini tahrip ediyor” yorumunu yapıyor. UNDP'nin verdiği rakamlar, bizlere ekonomik kalkınmanın ancak uygun-yeterli bir sosyal kalkınma projeleriyle hayata geçirilmesi  durumunda anlamlı olabileceğini  gösteriyor. Sosyal politikalar projelendirirken merkezinde mutlaka insan, yani ülkenin aydınlık geleceği olmalıdır. Bu anlamda, ülkenin genç nüfusunu dikkate alan bir bakış ile sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik harcamalarının yeniden düzenlenmesi gerektiği UNDP raporlarının sonuçlarının bize işaret ettiği acil görevlerdir.

Bu anlamda Türkiye mutlaka bir şeyler yapmalıdır. Önce eğitim ve kültürde yaşadığı bilim ve pedagoji dışı savrulmaya  bir an önce son vermelidir. Çok açıktır ki siyasal iktidarın, eğitimi ve toplumu dinselleştirme çabalarıyla yön verme anlayışı pedagojik ve bilimsel değildir. Ayrıca zamanın ruhuna, yaşadığımız yüzyılın akışına uygun değildir, rasyonel de değildir. Din ve okul başka, farklı kurumlardır ve işlevleri de farklıdır. Eğitimi camiye, camiyi de okula taşımak çok çok gerilerde, ortaçağda kalan anlayıştır. Ortaçağ eğitimi, inanmak üzerinedir, kutsaldır, sorgulanmaz. Günümüzün eğitimi ise aklı kullanmak ve sorgulama temeline dayanır. Bunu kavramamız gerekir. Bu yapılmadığı takdirde din araçsallaştırılan bir kuruma dönüşecek ve evrensel saygınlığı zedelenecektir… Eğitim sisteminde bu anlamda 12 yıllık tahribatı aşarak yaratıcı-özgür bireyleri yetiştirmeyi temel alan, akıl ve bilimden yana bir paradigma değişimine acil gereksinim vardır. Eğitimin bir “insanlık hakkı” olduğu gerçeğini içselleştirerek neo-liberal politikaların yarattığı savrulmalara karşı “bireyin özgürleşmesi-toplumsallaşması” penceresinden eğitime bakılması toplumsal bir görevdir. Eğitim, yani ülkenin ve çocuklarımızın geleceği vahşi kapitalizmin çıkar alanı olmamalıdır.

Bu anlamda ülkemiz ilericileri için Köy Enstitüleri gibi “insan, sanat, demokrasi” merkezli bir deneyim “eğitim saklı kenti” olarak geleceğimizi aydınlatıyor, yol gösteriyor.

Sonuç, çok gür bir sesle tüm çocuklarımıza, hayatın her alanında “nitelikli, eşit, parasız, laik, demokratik, karma eğitim” talebini haykırmak ve talep etmekş, güncel bir görevdir.